Türkiye’de işlerin tuhaf yürüdüğünü hepimiz biliyoruz ama bu tuhaflığın baş müsebbibinin kendimiz olduğunu ise nedense unutuyoruz. Çevremizde olan biten olaylara genelde toplum olarak çok fazla duygusal tepki veriyor ve soğukkanlılığımızı çabucak kaybediyoruz. Bu durum ne yazık ki siyasette de böyle. Bazen siyasetçilerimiz ile kahvehanede konuşanlar arasında çok fazla farkın olmaması ise gerçekten üzücü.
Siyasetçiler sokaktaki herhangi bir insan gibi sadece duyguları ile hareket ettiğinde -hele bir de bu kişiler ülkenin politikalarını etkileyen konumda iseler- işler bambaşka bir hal alıyor.
ABD örneğinde olduğu gibi bir ülke değiliz maalesef. ABD Başkanlık yarışını kimin kazandığı açıkçası çok da umurumda değil ancak sonuçları benim için de bir anlam ifade ediyor. ABD gibi yerleşik demokrasilerde yüzer oy dediğimiz çok küçük bir azınlık iktidarı belirleme gücüne sahip. Amerika özelinde bu noktada bir de salıncak eyaletler var. Bu eyaletler hemen her seçim döneminde farklı tercihlerde bulunuyorlar. Salıncak eyaletlerin ve yüzer oyların alacağı tavır büyük ölçüde kimin başkan olacağını belirliyor.
Ancak bir de işin bizim çok da anlamadığımız bir kısmı var. Biz sanıyoruz ki Amerikan başkanı içte çok güçlü, aslında hiç de öyle değil. Dış politika dışında iç politikada çok da fazla gücü yok. Dış politikada da gücü kısmen Senato ile paylaşıyor…. Başkan belki dış politikada kurumları bir nebze baypass edebiliyor ama iç politikada öyle bir gücü yok. Pek çok konuda eli kolu bağlı. Bizim başkanlık sisteminde ise hemen hiçbir konuda dengeleyici bir organ yok. Sistem hiçbir kuruma ihtiyaç duymuyor. Bu hali ile dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde örneği yok sanırım!
ABD’de yasama ve yargı organlarını işgal eden pek çok ismin Trump’ın tuhaf genelgelerini kâle bile almayıp, direkt çöpe gönderdiklerini görmek sanırım bizim kolay kolay anlayamayacağımız bir durum. Düşünsenize bizim ülkemizde sıradan bir memur bile kendisini devlet yerine koyabiliyorken…
Ne yazık ki biz sadece efsanelerle idare etmeye çalışıyoruz, Ömer adaletinden Fatih’e bir sürü anekdotumuz var ve bunları da anlatmaya bayılıyoruz. Ben anlatmayacağım bilenler biliyor bilmeyenler Google ya da bir başka arama motoruna sorabilirler. Fatih ile kadısının hançerli muhabbetini. Adalet için birbirine hançer çekebilecek kaç yetkili vardır bu topraklarda bilemiyorum.
***
ABD’ye dönersek, nedense Amerika’lıların seçimi herkesten çok bizi gerdi. İşi öyle abartanlar -bazıları koca koca medyaları yönetiyor- çıktı ki; sanırsınız Amerikan seçimleri özellikle Türkiye’ye karşı kurulan bir komplonun parçası. Açıkçası Amerikalılar için Türkiye’nin çok da önemli olduğunu düşünmek biraz bizim mizansenimiz. Buradaki temel problem bizim Amerikan devlet aklının bizimki gibi çalıştığını zannetmemiz.
Bu nedenle Türkiye’nin zaman zaman Amerika mı Rusya (dün SSCB) mı ikilemine girmesi çok da mantıklı değil. Osmanlı’dan beri bu ülkenin ana ekseni önce İngiltere sonra Amerika eğilimli olmuştur. Buradaki asıl sorun bizim bu eğilimdeki aşırı tek yanlı ve teslimiyetçi tutumumuz. Dünden bugüne bu teslimiyetçiliğimiz başımıza pek çok iş açmıştır ama bunda dediğim gibi bizim dış siyaseti Osmanlıdan beri bir türlü doğru düzgün beceremememizden kaynaklanıyor. Bu ana eksenden ilk sapışımızda İmparatorluğu kaybettik -kimse bana efendim gizli anlaşmalarla paylaşmışlardı zaten demesin-, daha sonraki her denememizde ise bizim askerlerimiz bize karşı darbe yaptı ya da ekonomimiz dip yaptı. Bu bile bizim içeride işimizi doğru yapamadığımızı, verilen mesajları da anlamakta ne denli beceriksiz olduğumuzu gösteriyor.
***
Biden’ın kazanması bana S. Zweig’ı hatırlattı. Tabii ki bu hatırlatma olumlu anlamda. Zweig insanlığın yıldızının parladığı ve söndüğü anlardan bahseder. Uzun süredir dünyanın her köşesinde faşizan ve otoriter eğilimler yükselip ABD’ne de ulaşmışken Trump’ın kaybı bu açıdan dünya için de olumlu bir işaret olabilir.
Amerika’nın yüzer oyları ve makul vatandaşları Biden’nın şahsından çok narsist ve yabancı düşmanı bir başkanı içlerine sindiremediklerini gösterdi. Amerikalılar böylece kendi kurucu ruhuna geri dönüş için bir adım atarak Amerika’yı göçmenlerin kurduğu gerçeğini unutmadıklarını gösterdi.
***
Saldırılara karşı, ABD’yi özgürlük havarisi olarak görmediğimi not edeyim, ancak kötülerin içinde ehven-i şer olduğunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Rusya, Çin vb. bir güç mü yoksa ABD mi diye soracak olursanız tercihim açık ara ABD olacaktır.
Unutmayın ki ABD’nin yapacaklarının sınırı bellidir; diğerlerinin ise ne yapacağını ancak Allah bilir! Kör topal ilerleyen demokrasimizi bile Amerika’ya borçlu olmamız ise oldukça ironik bir durum…