Önce Trabzon camiasını 38 yıl sonra gelen şampiyonluk için kutlayarak söze başlayalım.
Birkaç hafta önce İngiltere’de ligin zirvesini ilgilendiren çok önemli iki maç vardı ve sahada oynanan oyunun güzelliğini sadece kaliteli teknik ekipler, süper yetenekli futbolcular ve mükemmel zemine bağlamak kesinlikle hakemlere yapılmış bir hakaret olur. Heysel faciasını (29 Mayıs 1985) TV’de canlı izlemiş birisi olarak İngiliz liginin geldiği nokta gerçekten heyecan verici.
Avrupa’nın en sıradan liglerinde bile bir spor ve futbol kültürü var. Bizde ise spor kültüründen ziyade sadece kazanmaya odaklı taraftarlık egemen. Bugün Türkiye’de pek çok taraftarın kendi takımları dışında -o bile şüpheli- diğer takımların maçlarını izlediğini sanmıyorum. Sosyal medyada kopan fırtınalara bakmayın, ortalık kısa özetler ve duyumlar üzerinden ortalığı velveleye verenlerle dolu.
Daha kötüsü, sosyal medyayı para kazanma aracı olarak gören kendisine güya spor adamı, yazarı, eski hakem, eski futbolcu, duyumcu vs. diyen birçok tip bilinçli ve kasıtlı yorumlarla ergen taraftarları kışkırtıp, kendilerine küfür ve hakaret ettirerek ortaklık kurdukları avukatlar aracılığı ile soyma peşindeler.
Ligimizin yayıncısının ülke içindeki kalitesi ise bir başka problem, yayıncı kuruluşun futbolun diğer aktörleri ile el ele vererek ligimizin seviyesini getirdiği nokta gerçekten çok üzücü. Artan nüfusa rağmen abonelik sayıları ya yerinde sayıyor ya da düşüyor. Yayın değerinin 450 milyon dolarlardan 150 milyon dolara düşmesinde yayıncı kuruluş kadar sırayla yazarsak TFF, MHK ve hakemleri, kulüpler ve teknik kadroları, sahada futbol oynamak yerine tiyatro çeviren futbolcular ve güzel oyuna değil sadece sonuca odaklanan taraftarlar da suçlu…
Bu nedenle futbolda hem kulüpler hem de milli takım seviyesinde geldiğimiz nokta çok da şaşırtıcı değil. UEFA Şampiyonlar Ligine şampiyonumuzu direkt gönderemezken, Uluslar Liginde de rakiplerimizden birinin Lüksemburg, diğerinin Faroe Adaları olması fazlası ile manidar!..
***
Televizyon dünyasındaki yoğun maç yayınlarına rağmen futbola ilgi dünkü gibi değil. Bugün milyonların yaşadığı İstanbul’da 3 büyük takımın statları yıl içinde birkaç maç dışında dolmazken bazıları yıl boyu üç-beş kişiye oynuyor. Bunun sadece alım gücü ile ilgisi olmadığı çok açık.
Covid-19 öncesi, Avrupa’nın pek çok liginin kapanış haftalarında hemen tüm statlarında iğne atsanız yere düşmeyecek kadar coşkulu kalabalıklar varken bizde şehir takımları bile boş tribünlere oynuyordu. TV’den gördüğümüz kadarı ile Avrupa’nın pek çok şehrinde tribünlere gelen binlerce taraftarların futbolu en az kulüpleri kadar sevdikleri anlaşılıyor, çünkü bazı maçlarda ev sahibi takımlar küme düşmelerine rağmen taraftarları küme düşen takımlarını şarkılar eşliğinde bir alt lige yolcu ediyorlar. Bizim ligimizde kimsenin yüzüne bile bakmayacağı sıralama maçlarında oynanan oyun, yaşanan heyecan ve harcanan efora baktığınızda bilmeyen birisi kazanan takımın şampiyon olacağını düşünebileceği atmosferler görüyorsunuz.
***
Başa dönecek olursak, Premier Lig’deki maçlarda sahadaki yıldızlar ve dünyaca ünlü teknik adamlardan daha çok maçların hakemleri bana etkileyici geldiler. İki maçın hakemi de neredeyse benim kadar göbekli ve maçı koşmaktan çok yürüyerek idare etmelerine rağmen maçı o kadar ustaca okuyup ve saygın bir otorite ile yönetiyorlardı ki saha içinde adeta görünmez olmuşlardı. Hakemlerin futbolu ne denli iyi bildikleri çaldıkları ve çalmadıkları düdükler ve futbolcuların hatalı kararlara dahi fazla itiraz etmeden işlerine devam etmelerinden açıkça belli oluyordu.
Oysaki, bizim ligimizde oynanan maçlarda futbolcuların art niyetli oyunları kadar hakemlerin de futbolculardan rol çalma gayretleri saç baş yolduruyor. Aynı gün bizim ligimizdeki bir maçta futbolcular ligimizde ender şekilde görüldüğü üzere sahada hakemlik hiçbir iş bırakmamalarına rağmen bizim yakışıklı, jöleli saçlı hakemimiz maçın olmadık yerlerinde öyle tuhaf kararlar vermeyi başararak oyunun önüne geçip tüm hafta konuşulmayı hak edecek bir performans gösteriyordu. Bir başkası ise birkaç dakika içinde benzer pozisyonlarda tamamen zıt kararlar verirken, kartlık pozisyonları es geçip faul bile olmayan pozisyonlarda elinde kart ile dolaşarak tutarsızlığın filmini çekme çabası içinde idi. Diğer maçlarda nalıncı keseri gibi tek taraflı kesen yanlı yönetimleri saymıyorum bile.
Ne acı ki, VAR destekli olarak sistemin en kolay düzeltilebilecek ayağı olan hakemlik müessesi yerlerde sürünürken, kulüpler borç batağında yüzüyor, futbolcular futbol oynuyormuş numarası yapıyor, seyirciler de güya maç izlediklerini sanarak “Vur, kır, parçala bu maçı kazan!” diye bağırıyor.
***
Tüm bu hengamede spor yasası çıktı, bakalım bunu meşhur Türk aklı ile nasıl kadük hale getireceğiz, hep birlikte göreceğiz. Ya işi ciddiye alır ligimizi AB standartlarına ulaştıracağız ya da pek çok alanda olduğu gibi yine aynı çamurda debelenmeye devam edeceğiz…