Türkiye’de siyaset dar bir sarmalın içinde sıkışmış durumda. Bakmayın siz seçimlerdeki katılım oranlarının çok yüksek olmasına.
Bizimki maalesef züğürt tesellisinden öteye gitmiyor. İnsanların sandığa sahip çıkmasında ne var diyenler çıkabilecektir, hemen cevap vereyim:
Türkiye’de insanlar demokrasi sandığına değil önyargıları ve kendilerince çok önemli gördükleri çıkar ve aidiyetlerine sahip çıkıyor.
O yüzden ne yaparsanız yapın Türkiye’nin Ortodoks Sünni-Alevi-Türk-Kürt vb. kimliklerdeki insanlarının oylarını değiştiremezsiniz.
Bizim bir türlü kavrayamadığımız meselelerden birisi de demokrasi denen yönetme-yönetilme kültürünün bir burjuva kültürü olduğudur. Kendi bağımsız burjuvazisini oluşturamayan bir toplumun demokrasiden anladığı daha çok bizdeki gibi hukuk ve ilkelerin üstünlüğünden ziyade oy çoğunluğu ve iktidarı elde tutma arzusudur.
Türkiye’de aslında tek bir iktidar yok, parçalı bir iktidar yapısı olduğu için normal demokrasilerde marjinal gözükecek ve ömrünü doldurmuş olması gereken pek çok marjinal siyasal çizgi hayatımızı işgal etmeye devam edecek.
Ama bunun da bir ömrü olduğu gerçek. Dünya değişirken biz de değişiyoruz. Üzücü olan dünden bugüne hep dünyanın geri gidişlerine katıldığımız hızı ileri gidişlerinde hiç gösterememiş olmamız. Dünyada demokrasiler geriler bizde de koşar adım geriler ama ne hikmetse ilerlerken pek ortalarda gözükmeyiz. Çok kızsak da dış baskı olmadıkça demokrasimizin geliştiği de pek nadirdir.
Neden pek nadir? Yukarıda söylediğim gibi demokrasinin bir burjuva rejimi olması ve bizde de hiçbir dönem halk içinden bir burjuva sınıfının kendiliğinden doğmaması bunun sebeplerinden biri. 18. Yüzyıl Türkiye’sinde de zenginliğin kaynağı devletti 21. Yüzyılın ilk çeyreğini bitirirken de aynı. Yani sol söylemle değerlendirirsek alt yapı-üst yapı meselesi değişmiyor.
İşin komiği bizim Sol-Sosyalist-Kemalist çizgideki aydınlarımız kapitalizmi sosyalizme giden yolun bir köşe taşı olarak görmesine rağmen sabah akşam burjuvazi düşmanlığı yapmayı bir meziyet sanıyor; Sağcı-Muhafazakar-Milliyetçi aydınımızın da bu konuda onlardan geri kalmadığı malum. Onlar sermayeyi devletlü ve devletlü olmayan diye ayırırlar belki, makbul olanı-makbul olmayanı.
***
Bu kadar karamsarlığın içinde hiç mi umut yok? Var elbette, özellikle yeni kuşak kendine bambaşka bir yol çizerken, çoğunluğu biz büyüklerine benzemiyor. Hele 80 öncesinin hala Türkiye siyasetini kimseye bırakmayan neslini hiç mi hiç kale almıyorlar. Onların kendi gündemleri var.
Şu an için akacak bir mecra bulamamaları tek handikapları. Henüz hiçbir siyasi hareket onları coşturacak ve tabanı yapacak bir söylem geliştiremedi.
Geliştirmesi de sanıldığı kadar kolay değil. Türkiye’de hemen her konuda rollerin içeriği değişiyor, bu değişim doğal olarak siyasete de yansıyacak.
“İstanbul Sözleşmesi” üzerinden kopan fırtınalar en basiti; geçmişin pervasız erkek egemen dili ve yapısı büyük bir bunalım içinde. Kadınların seslerini yükseltmesinden son derece rahatsızlar. Bu rahatsızlığın sadece muhafazakar kitleler arasında olduğunu sanmak Sol-Kemalist erkek egemen kimliğin bu konuda kendini daha iyi kamufle etmesinde yatıyor, yoksa orada da kadının adı yok denecek durumlar var.
Belki tuhaf gelecek ama milliyetçi siyaset de artık eskisi gibi bir alt yapı bulamayacak gibi görünüyor. Dünya giderek milliyetçi bir çizgiye kayarken bizim bundan uzak kalmamız zor ama burada şöyle tuhaf bir durum var. Gençlerimiz bizden daha milliyetçi ama onların anladıkları milliyetçilik ile orta ve üst yaş gruplarının anladığı arasında çok büyük fark var. Aynı durum kaçınılmaz bir şekilde din konusunda da yaşanıyor.
Gençlerimizin çoğu öyle tek bir noktadan etkilenmeyecek kadar bağımsız. Gençlerin durumundan zaman zaman şikayet etsem de bir açıdan bu hallerinden memnunum, çünkü bizim gibi eski nesillerin dar dünyalarının sığ değerleri ile daha az zehirleniyorlar. Güzel olanlarını da zaten biz ve bizden öncekiler mahvettiği için onlara bırakacağımız ve öğreteceğimiz çok fazla bir şey yok.
Türkiye siyasetini yakın bir gelecekte üniversiteye gidecek, üniversitelerde okuyacak ve mezun olacak 15-20 milyonu aşkın nüfus belirleyecek.
İşte partiler için hodri meydan. Bu gençler için ne vaat ediyorsunuz?
Tüm dünyada en basit endeksler bile demokrasi ile zenginlik arasında bir bağlantı olduğunu gösterirken ve bu gençlerde eldeki teknolojik imkanlarla bunu farkedebilecek durumda iken bu gençleri kim yanına çekebilecek… Açıkçası ben çok merak ediyorum.