Öğrencilerin sınav maratonu macerası son hızla devam ediyor. Bütün bir eğitim sisteminin kazanımları maalesef birkaç saatlik sınavlara bağlı. Milli Eğitim Temel Kanunu’nda çok güzel amaç ve hedefler yazılı olsa da bunlar bu sınavların gölgesinden çıkıp gerçek hayata bir türlü yansıyamıyor.
Bir yandan sınıf geçme sistemini basitleştirip elemeyi başka yerlere atarken ve okullarda disiplini imkansızlaştırırken, diğer taraftan da müfredatta yer alan her türlü kazanımdan öğrencileri sorumlu tutuyoruz.
Sonuç? Bir tarafta tepeye sıkışmış bir azınlık diğer tarafta ise aldığı puanlar ile büyük hayal kırıklığı yaşayan devasa bir kitle.
Bir devleti ayakta tutabilmek için iyi eğitimli ve başarılı aşağı yukarı yirmi bin civarında beynin yeterli olduğu düşünülürse mevcut sistem içinde dahi iyi-kötü bir seçme (?) ile bu sayının rahatlıkla bulunabileceği açık.
Bugün iki yüz küsur üniversitemizin olması maalesef çocuklarımız için bir şans olmaktan öte bir şansızlık… Daha önce yazdığım bir yazıda da belirttiğim gibi, milyonlarca gencimiz öğrenmeye en açık oldukları çağda mesleki eğitime yönlendirilmediği için geleceklerini yüksekokul ve fakültelerde heba ediyor. Onca maliyet ve emeğe rağmen bu gençleri meslek sahibi yapamadığımız için ellerinde üniversite diploması bulunan vasıfsız iş gücü kervanımız her geçen gün büyüyerek artmaya devam ediyor.
Yıllardır “Meslek Lisesi Memleket Meselesi” desek de bunun gereğini bir türlü yapamıyoruz. Bugün mesleki okullarımız büyük oranda iflas etmiş durumda. Kapılarına kilit vurulsa hemen hiçbir şey kaybetmiş olmayız!
Peki, bu sorunları nasıl çözeceğiz? Eğitimde sorun denildiğinde ilk olarak öğretmenleri suçlamak kolayımıza geldiği için çözüm bulabileceğimizi pek sanmıyorum. Öğretmenler belki kalifiye olmak açısından çok iyi durumda değiller ancak onların bu eksiklikleri acaba kendilerinden mi kaynaklanıyor, yoksa sistemden mi diye sormak nedense işimize gelmiyor.
Hep öğretmenlerin yeni nesli anlamadığından dem vuruyoruz. Neslin çok hızlı değiştiği de doğru. Kıdemli öğretmenler yeni nesli anlayamıyor; peki, son yıllarda atanan yüzbinlerce yeni nesil öğretmen de mi bu kadar uzak şimdiki nesilden?
***
Aslında eğitim sistemimizde adı konmasa da bir kast sistemi var. Doğuştan zeki, başarılı ve iddialı çocuklar ile gelir düzeyi yüksek ve bilinçli aile çocukları imkanlar sunulduğunda maça daha baştan 10-0 önde başlıyor. Diğer çocukların başarıları ise daha çok tesadüflere bağlı.
Bugün tüm liseler bir puanlamaya göre öğrenci alıyor. Dolayısıyla her şehirde liseler arasında kendiliğinden bir sıra oluşuyor ve bu sıra su götürmez bir şekilde üniversite sınavlarındaki başarıya da yansıyor. Liseler için yapılan puanlamanın çocukların gerçek performansını yansıttığı iddiasında değilim ancak anlık performans ile bu okullara giren öğrencilerin önemli bir kısmı arkadaşlarının etkisi ile yükselirken, anlık talihsizliklerle düzeyi düşük okullara giden başarı ihtimali olan öğrenciler ise ailelerinden gerekli desteği alamazlarsa harcanıp gidebiliyor.
Geçmişte bu tür bir yerleştirmenin az sayıdaki fen, öğretmen ve anadolu liseleriyle sınırlı olduğu, öğrencilerin ezici çoğunluğunun semt liselerinde (ilçelerde bir ya da iki lise olurdu) öğrenim gördüğü dönemlerde bu çarkı kırabilecek gençler çıkabiliyordu. Uzaklara gitme şansı olmayan pek çok başarılı öğrenci okullarındaki başarı potansiyeline sahip diğer öğrencilerle birlikte bir sinerji yaratabiliyor ve okullarının seviyeyi yükseltebiliyorlardı. Bu gün ise başarılı olabilecek öğrenciler hengamede kaybolup gidiyor.
Eğitim seviyesindeki başarıyı arttırma yollarından biri olarak, tüm okulları değil de bir kısmını sınavlı hale getirip diğerlerini semt okullarına dönüştürmek de düşünülebilir. Elbette bunun da handikapları var ama emin olabiliriz ki başarı seviyesi bugünkünden daha yüksek olacaktır. İşin felsefesini de başkaları tartışsın!