Ülkemiz birçok yönden çok güzel bir memleket olsa da diğer taraftan birçok problemi de içinde barındırıyor. Vasatı –orta olanı- genelde beceremiyor ve uçlarda yaşamayı seviyoruz. Dolayısıyla da pek çok meselede aşırı kaçmakta üstümüze yok. Çoğu kez heyecanla kalkıp zararla otursak bile bu alışkanlığımızdan vazgeçmiyoruz.
Her yörenin kendi has örf-adetleri var. Sivaslı komşularımızın da güzel bir adeti vardı. Halk arasında “Düğün de cenaze de kalabalıkla” derler; bu hemşerilerimiz de cenazelerinde anında örgütlenir ve cenaze evinin acılı gününde para derdi ile boğuşmaması için görevlendirilen bir kaç kişi tarafından yardım toplanır gelen misafirlerin yemesi, içmesi hatta kalacak yerine kadar görevlendirilen kişiler ilgilenir, defin konusu da takip edilirdi. Mevta memlekete gidecekse araç bile ayarlanırdı.
Bir gün mahallemizdeki Sivas-İmranlılı komşularımızdan biri vefat etti ve adet olduğu üzere hemen bir ekip oluşturuldu. Ancak, aile çok zengin olduğu için “Bizim ihtiyacımız yok” diyerek bunu istemedi. İlk başta mantıklı bulunan bu tavır, ihtiyarların araya girip “Sizin ihtiyacınız yok biliyoruz ama yarın ihtiyaç sahibi biri için bu işi yapmaya kalktığımızda bugün bu yaptığınız bozgunculuk önümüze çıkabilir ve birileri vermek, birileri vermek istemeyeceği için o insanlar mağdur olabilir” diyerek adetin sembolik de olsa devam etmesi gerektiğini söylediler. Aile bu haklı itiraz karşısında geri adım attı ve adet olduğu üzere işlerin yürümesine izin verildi.
Buraya kadar her şey çok güzeldi ama sonrası!..
İş para toplama kısmına gelince trajikomik bir durum ortaya çıktı. Normalde (bugünün parası ile) 300, 500 bilemedin 1000 TL bağışlayanlar 5’er 10’ar binler bağışlamaya başladı. O güne kadar hiçbir cenazede toplanmadığı kadar korkunç bir para toplandı.
Helali hoş olsun ama neden bu kadar büyük para toplandı?
Bunun açıklaması aslında çok basit. Öyle uzun uzun tahlile falan gerek yok. Kaz meselesi olsa gerek herkes fazlası ile cömertti ne de olsa merhumun ailesi çok zengindi!..
Hoş memlekette mahkemelerimiz bile tazminatlara hükmederken aynı mantıkla bakıyorken halkımızın da aynı mantıkla bakmasına şaşırmamak lazım. Gariban Memo ile Mehmet Ağaya ödenecek tazminat hiç aynı olur mu?
Yıllar önce bir mahkeme kararı Yargıtay’dan vatandaş gariban olduğu için “haksız zenginleşme” gerekçesi ile geri dönmüş ve sonraki davalara da bu karar emsal olmaya başlamıştı. Amelenin kan parası ile mesela bir iş adamının kan parası hiç bir olabilir mi?
Tüm bunları aklıma getiren biraz ilgisiz bir konu; tribünlerde bir, iki camia dışında “Futbolun Katili” diye anılan bir vatandaşın halkın cebinden Milli Takımlar Teknik Direktörüne doğum günü hediyesi olarak hediye ettiği –asgari ücretli bir çalışanın alabilmek için fiyatı değişmese neredeyse 4 sene yemeden içmeden para biriktirmesi gereken- saat.
Zenginlerimizdeki saat hastalığını hep bir özenti, biraz da merak sanırdım ama bu saatlerin bir çeşit servet koruma aracı ve vergiden kaçınma yolu olduğunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Mesela özel eşya sayıldığı için milyonlarca liralık bu saatler haczedilemiyormuş…
Allah hak edene daha çok versin gözümüz yok. Buradaki sorun bu denli pahalı bir hediyenin milyonlarca öğrencinin okula aç gittiği bir ülkede tüm insanların gözünün içine sokula sokula verilebilmesi. TFF başkanı olacak zat bu saatin parasını kendi cebinden vermiş ise benim için hiçbir problem yok. Adam parasını vermiş hediye etmiş der, geçerdim ama milyonlarca insanı yoksulluk sınırında yaşayan bir ülkede böyle bir hediye halkın ödediği vergilerle zaten çok büyük paralar ödediğimiz birisine veril(e)mez.
Ayrıca 657 kişi olmasa da 197 kişi halkın sırtından maç izlesin diye Avrupalara taşın(a)maz.
İtibardan tasarruf olmaz demeyin bazen olmalı. Hani Hz. Ömer’i örnek alıyor ya idarecilerimiz?! Yoksa Muaviye bin Ebu Süfyan Efendilerini mi örnek alıyorlar??? Pek bilemedim…
Saat demişken; bir devlet bankamız da 2 yıl önce banko memurundan genel müdürüne (taşeron şirkete çalışan maraba takımı hariç 10 yıl ve üzeri çalışan) tüm çalışanlarına saat hediye etmişti. Yanlış hatırlamıyorsam saatlerin o günkü piyasa değeri 31 bin TL civarında idi ve bu saatler yerli ve milli de değildi. O gün bu saatlerin değeri en düşük personel maaşının 3 katı kadardı ve pek çok çalışan da ilk şaşkınlığı atlattıktan sonra bu saatleri internet üzerinden satışa çıkarıp nakite dönüştürmek için sıraya girmiş ve olay Türkiye gündemine düşmüştü.
Burada çalışanlara mı bir jest yapılmıştı yoksa saatlerin alındığı şirkete mi bir kıyak geçilmişti bilemem ama ikisinin de bir arada olma ihtimali bayağı yüksek…
Banka çalışanları bu hediyeyi hak ederken diğeri de kazandığı parayı her halde bir sebeple fazlası ile hak etmiştir.
Darısı halkımızın başına!..
Efendim, saat hediye edenleriniz çok olsun!..