Bayram gelmiş neyime
Kan damlar yüreğime
Yaralarım sızlıyor
Doktor benim neyime”
Çok sevdiğim bir Urfa Türküsü böyle sesleniyor dertli yüreklere.
Bugün arife ve yarın bayram, arada sırada karamsarlığa biraz ara verip güzel şeyler de yazmak istiyor insan ama maalesef olmuyor. Sanmayın ki içinde bulunduğum bedbinliğe kızmıyorum. Hayata başladığım yer ile geldiğim yer arasındaki farkı idrak edemeyecek kadar da kör değilim ancak işte orada koca bir ama var.
Şu uhreviliğin zirve yapması gereken günlerde ne denli -olumsuz anlamda- dünyevileştiğimizi görmek insanı gerçekten üzüyor. Hayatın gereklerini İslam’ın ve genel ahlakın temel, basit ilkeleri ile buluşturamamanın derin ızdırabı. Güzel sözlerin havada uçuştuğu ama güzel amellerin kök salamadığı bir dünya ürettik. Kendi mutluluğunu, kendi refahını öncelerken başkalarına sabır ve metanet dileyen bir Müslümanlık.
Bu düzen içinde ise gemisini kurtaran kaptanları selamlamaktan başka bir şey gelmiyor elden!
“Yaşa, var ol!..”
Ramazan ayı Kur’an ayı ama ne hikmetse okuduğumuz ayetler halimizi değiştirmek için bir vesile ol(a)mıyor. Halbuki içsel bir aydınlanma ve idrak yaşanması gerekmez mi? Orucu sadece açlık olarak görenlere de kızamıyorum çünkü genelde öyle öğretildi. Orucun manasından çok orucu neyin bozup, neyin bozmayacağına odaklandık, tıpkı namazın manasından murat sadece şekilmiş gibi içindekiler ve dışındakiler diye uzun uzun listeler hazırlarken Allah’ın huzuruna hesap verebilir bir şekilde çıkmayı çok da umursamadığımız gibi.
Sakın bunları küçümsediğimi sanmayın, bunlar da çok önemli. Ama dinin ihsan boyutu sanırım bunların hepsinden daha öncelikli. Bu nedenle fıkıh (fıkıhın hukuk olduğunu da bilmeyenler için yazayım) ve kelâm bizi iyi insan yapmaya yetmiyor ama yolu açıyor ve kalabalık kitleler için her ikisi de şart. Ancak burada bile hileyi şeriyeyi üreterek bir şeyi kılıfına uydurmak için harcadığımız gayreti iyilik için harcamıyoruz…
Yazık gerçekten, hukuken suç sayılmayan pek çok şeyin manen suç olduğunu bilsek de umursamıyoruz. Allah bir kavme olan kininiz sizi ele geçirmesin derken biz kinimizi din yapmaktan geri kalmıyoruz. Bizler ve ötekiler var dünyamızda. Halbuki savaş iyilik ve kötülük arasında.
Derin mevzulara girmektense basit mevzulardan gidelim biz.
Kur’an-ı Kerim bize defalarca paylaşmanın-dayanışmanın asaletini tüm ihtişamı ile gözlerimizin önümüze seriyor ama biz sanki bunları hiç duymamış gibi yapıyoruz. Sadaka ve zekat kendi küçük dünyamızdan (akraba-komşu-yolcu-tanımadıklarımız …) dışımızdaki uzak dünyaya doğru halka halka genişleyen bir yol. Uzağı geçtim, yakınımızdan başlasak pek çok sorunu çözebiliriz.
İşçinin alın teri konusunda Müslüman iş adamımız o beğenmediğimiz deist-ateist iş adamlarından daha fazla duyarlı değil…
Komşusu açken tok yatanlardan olmamak için -parayı buldu mu- lüks semtlerde yaşayan bir Müslümanlık icat ettik. Gözden ırak olan gönülden de ırak olurmuş…
Namaz, oruç ve kılık kıyafet arasına sıkıştırılmış bir din, tüccar gibi her şeyin cennete tahvil edildiği ancak bunlarla beraber verilen birçok farzın göz ardı edildiği tuhaf bir din anlayışı…
Halbuki kitap defalarca “Veakîmû-s salâte veâtû-z zekâte” Namazı kılın, zekatı verin diyor. Namaz ve zekat ayrılmaz bir bütün olarak en az 30 ayette birlikte geçiyor.
Muhtemelen Müslümanların en çok okuduğu sure ilk cüzlerde yer aldığı için Bakara suresi olmalı. Bakara suresinde sadaka 6 kez, namaz ve zekat birlikte 5 kez, Allah yolunda malını harcamak yani infak ise 6 kez diğer ayetlerle bağlantılı bir şekilde geçerken, bir müminde olması gereken vasıflar canlı bir şekilde tasvir ediliyor.
Sadece Mâ’ûn suresi bile tek başına bize birçok şey anlatıyor:
“Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Dini yalanlayanı gördün mü?
2. İşte o, yetimi itip kakar;
3. Yoksulu doyurmaya teşvik etmez;
4, 5. Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar.
6, 7. Onlar gösteriş yapanlardır; hayra da mâni olurlar.”
Peki, bu ayetlerin uygulamada karşılığı ne kadar var? Cevabını nefsimize bırakıyorum.
Daha henüz adaletten, hakkaniyetten bahsetmiyorum bile… Biz sanıyoruz ki Kur’an-ı Kerim’de geçmiş ümmetler hakkındaki kıssalar sadece birer hikaye. Halbuki o kıssalarda geçen bozulmaları biz her gün yaşıyor ve o uyarıların muhatapları da yaşayanlar olarak biziz.
O kadar aciziz ki, Mescit-i Aksa için göz yaşı dökerken milyarı aşkın Müslüman olarak halimizi değiştirmek dışında her şeyi yapıyoruz.
Mescit-i Aksa böyle mi kurtulacak!