Türkiye siyaseti uzun bir süredir büyük bir kısır döngüye hapsolmuş durumda. TV ekranlarında çok fazla gör(e)mediğimiz ama sosyal medyada her gün bir şekilde önümüze düşen sokak röportajları aslında anlayana çok şey anlatıyor. Bu röportajlardaki marjinal bir azınlığı bir kenara koyacak olursak, içinden geçtiğimiz ekonomik krizden şikayet etmeyen hemen hemen yok gibi ama… İşte tam da orada kocaman bir ama var.
Krizin yarattığı sorunlar ve sokağın tepkisi ciddi şekilde muhalefet çevrelerinde iktidarın değişebileceği hususunda büyük bir ümit veriyor ancak bu hissiyatın gerçeği ne kadar yansıttığı ise şüpheli. Bahsettiğim bu röportajlarda, tüm şikayetlenmelere rağmen “yarın seçim olsa kime oy verirsiniz?” sorusuna verilen cevap muhalefeti çok da memnun edecek gibi görünmüyor.
İşte burada muhalefetin kendi kendisine şu soruyu sorması gerekiyor “Nasıl oluyor da bu denli büyük bir ekonomik krize ve artık üstü örtülemeyen ağır sorunlara rağmen halkın önemli bir kesimi bizi iktidar alternatifi olarak görmüyor?”
İşin ilginci çok uzun zamandır, Erdoğan siyaseten başka bir ülkede olsa defalarca iktidarı kaybedecek birçok yalpalama yapmasına rağmen durum böyle. Ve muhalefet bunca kayba rağmen hala kendisine “nerede hata yapıyoruz?” sorusunu sormak yerine sürekli olarak vatandaşı suçluyor.
***
Elbette ki bugün yaşanan sorunların vebali tek başına iktidarda değil, yaşananlarda toplumun da büyük sorumluluğu var ve önemli bir kitlenin tercihlerini değiştirmediği de ortada. İşte bunun sebebine inmek ve muhalefetin asıl amacı olmalı.
Türkiye’deki sağ-muhafazakâr siyasetin dindarlık-milliyetçilik ikileminde kaldığını bilmeyen yok ama bu ikilemde kalmanın zihni altyapısını anlamak bence çok daha önemli. Bizdeki dindarlığın da, milliyetçiliğin de derinlikten çok yüzeyselliğe sahip olduğu bir gerçek ve bu kimliğin arkasına gizlenen şey çok daha farklı bir yüz.
Türkiye kabul etsek de etmesek de korkuların sembollerin arkasına saklandığı bir ülke. Herkes rahat ve huzurlu bir hayat istiyor ama maalesef bunu isterken sadece kendisi ve kendisi gibi olanlar için bu hakkı istiyor, dışarda kalana da kendisine benzediği oranda hak tanıyor.
60 Darbesi sonrası Türkiye’sinde Ak Parti gibi gücü ele geçirebilmiş ve kendisini öyle ya da böyle devletle iç içe geçirmiş bir parti hiç olmadı.
Geçmiş dönem siyaseti, devlet içinde vesayetçi ve statükocu odakların izin verdiği alan içinde siyaset yapabiliyor ve ne zaman bu çizgiyi aşmaya kalksa birilerince bitiş düdüğü çalınıyordu. Bunu geçmişte yıkmaya çalışanlar oldu ama hepsi dönüp dolaşıp düzene teslim oldu. Özal’ın ömrü yetmedi, Ecevit “kontur-gerilla var”dan “yok”a terfi etti, Demirel baş temsilcisi oldu vs...
***
Bugün yaşanılan süreçteki sancının büyüklüğü biraz da buradan geliyor. Devlet ile parti (Ak Parti ve ortağı MHP) çok ciddi anlamda iç içe geçmiş durumda ve bu durum ancak 60 öncesinin CHP ve DP’si ile kıyaslanabilir. Ancak Erdoğan’ın gücü bu devlet kadrolarından gelmiyor -emin olun gemiyi ilk terk edecekler onlar olacaktır-, çok ilginç bir şekilde bugünkü iktidarın politikalarının sonuçlarından en ağır şekilde etkilenen ve ezilen dar gelirli muhafazakar-milliyetçi kesimden geliyor. Bu kitle için her şeye rağmen hala Erdoğan en umut verici lider.
İşte muhalefetin de pek çok entelektüelin de anlayamadığı kavrayamadığı durum bu. Neden ve nasıl oluyor da bu geniş kitle Erdoğan’dan vazgeç(e)miyor. Bunu sadece dindarlığa bağlamak da mümkün değil çünkü bu kitlenin din ve milliyetçilikle bağı sanıldığı kadar -bence- çok da güçlü değil. Zaten Türkiye siyasetinde yapılan analizlerde en fazla yanılgıya sebep olan durum da bu.
Son dönemde muhalefette esen iktidar gidici havası asıl gerçeklerle yüzleşilmesini geciktiriyor. Hemen her seçim döneminde olduğu gibi Erdoğan muhalefete karşı klasik siyasetini sürdürüyor ve muhalefet de bu tuzağa ısrarla düşmeye devam ediyor.
İktidar bilinçli bir şekilde muhalif cephenin en sivri aktörlerine büyük bir dokunulmazlık sağlayarak içlerindeki tüm öfkenin kontrolsüz bir şekilde kamuoyu ile buluşmasına izin veriyor ve tün bunların bir ajandasını tutuyor. Geçmişte olduğu gibi bugün de muhalif liderler ve özellikle CHP -Kılıçdaroğlu’nun tüm çabalarına rağmen- bu kronik saldırgan kitlenin önünde durma cesaretini açıkça gösteremiyor. Gösteremedikleri için de yarın ülke açık bir seçim sürecine girdiğinde bu pervasızca edilen sözler -geçmiş seçimlerde olduğu gibi- kamuoyunun gözüne sokularak servis edilecek.
Ve o gün geldiğinde de dün, bugün ve yarın ortaya saçılan bu herzelerin ortalama muhafazakar seçmende yarattığı tedirginliği hiçbir açıklama gider(e)meyecek ve sandığa yansıması da hiç hoş olmayacak.
Biraz beyin jimnastiği yapın, basının büyük bir kısmı her sözünü tartarak yazmak zorunda hissederken, bir kesimi neden bu kadar saldırgan ve rahat? Sakın, sürekli olarak “Yetmez ama evet”çileri kullanışlı aptallar olarak damgalayanların kendileri öyle olmasın?