Hayatımız düne göre o kadar çok değişti ki bu değişimlere ayak uyduramadığımız için ciddi rol çatışmaları yaşıyoruz. Toplumdaki hızlı değişim ve dönüşüm kim olduğumuz ve nasıl davranmamız gerektiği konusunda hepimizi ciddi şekilde zorluyor.
Aileden sokağa, sokaktan okula, okuldan iş yerine kadar hemen her yerde roller ve kimlikler yeniden yazılıyor.
Gündelik hayatta birden çok rolünün olması gayet doğal. Bir erkek bir baba, bir patron ya da işçi, abi, kardeş, arkadaş olabilir; bir kadın da aynı şekilde…
Fakat kastettiğim çatışma bunların birbiri ile olan geçişkenliği değil. Hızlı toplumsal değişim ve dönüşüm rollerimizin içeriğini de değiştiriyor. Eşler arasındaki ilişkiden ebeveyn-çocuk, öğretmen-öğrenci, işçi-patron her alanda sosyal ilişkiler düne göre çok daha farklı.
***
Aileden başlayacak olursak dünün aile yapısı ile bugünkü arasında büyük farklar var. Dün erkeklerin sosyal hayatı daha çok dışarıda kadınların ise evde, aile ve komşu arasındaydı; eşlerin paylaştıkları zaman daha azdı. Bu nedenle erkeğin de kadının da birbirlerinden beklentileri farklıydı.
Geçmişte bir erkeğin evde oturması beklenmez ve zaten hiçbir kadın da bunu istemezdi çünkü erkeğin evde bulunması kadının gündelik sosyal hayatını bozacak bir durumdu.
Peki ya bugün? Metropol hayatı bu işleyişi alt üst etti.
Kadının da erkekler gibi ekonomik hayatın bir parçası olma zorunluluğu ilişkileri değiştirdi. Bugün aile ekonomisinin maddi yükü sadece erkeklerden sorulmuyor; erkek kadar kadının da rolü var. Ancak, buna karşın çalışan kadının yükü daha da arttı. Kadınlar hem eş hem anne hem de çalışan olarak her şeye ve herkese yetişen süperkadın durumunda.
Erkekler, bu değişimin ya yeterince farkında değil ya da farkında olsalar da kadınlar gibi dünyaya bak(a)madıkları için yeni duruma uyum sağlamakta güçlük çekiyor.
Dahası yeni ekonomik yapı ailelerin ve sosyal çevrenin çiftler üzerindeki eski gücünü zayıflattığı ve de değiştirdiği için evlilikler eskisine oranla daha savunmasız. Erkeğe ve kadınlara verilen rol sıklıkla çatıştığı ve ilişkilerini sağlıklı yürütme konusunda güçlük çektikleri için büyük, küçük badireler karşısında çoğu kez yalnız kalıyorlar.
Bu badireler atlatıla bilse bile bu kez de kadın hakettiği yeri alamamaktan şikayetçi. Kadın kendi katkısına karşılık daha fazla şeyi eşi ve ailesiyle paylaşmak istiyor. Bu paylaşım evin içini olduğu kadar dışını kapsıyor. Kadınların beklentileri yükseldikçe erkeklerin de buna cevap vermesi zorlaşıyor.
Buradaki sorun temelde kadının düne göre daha özgür olması değil erkeklerin hâlâ eski rol modeline göre büyümeleri ve kadınların da kendi eğlenebilecekleri ve vakit geçirebilecekleri bir alana sahip olamamaları yatıyor. Bu da aile içi huzursuzluğu tetikliyor.
***
Belki bazılarına tuhaf gelecek ama geçmişteki kadınların sosyal hayatı bugünün kadınına göre daha renkli idi. Gündelik işlerini bitiren kadınlar gün içerisinde kapı önlerinde, bahçelerde, avlularda, evlerde bir araya gelir bir yandan sohbet edip bir yandan da akşam hazırlıklarını el birliği ile yaparlardı. Çocuk bakımı bütün mahallenin ve sokağın ortak işi idi ve kimse çocuğunu düşünmezdi. Akşamları da çat kapı yapılabilen eşli aile ziyaretleri günlük rutinler arasındaydı.
Şimdi ise güvenlikli sitelerde bile insanlar çocuklarını tek başına parka bırakamıyor. Kimsenin kimseye, en yakınlarımıza bile haber vermeden ziyarete gitme gibi bir lüksü yok. Çünkü, hayat şartları buna engel. Kadın da erkek de çocuklar da evlerine geç saatlerde dönüyor. Birbirlerini bile görmeye yeterli vakitleri yokken doğal olarak eş dost, konu komşu ikinci planda kalıyor.
Bugünün insanlarının hayattaki beklentileri düne göre farklı. Tüketim toplumu sürekli tüketimi özendirirken bunlara ulaşabilme arzusu mutsuzluğumuzu artırıyor.
Hal böyle olunca ekonomik verilerin on beş yıl öncesine göre çok daha iyi olması bir anlam ifade etmiyor. Evli çiftlerden üç çocuk isterken bu değişimi de göz ardı ediyoruz. Üç çocuk istemek kolay ama ya gerisi… Hayatımız yeniden şekillenirken rollerimizin de yeniden inşa edilmesi gerekiyor. Mutluluk sanıldığı kadar kolay değil maalesef…