Bir dönem ülke gündemini epey meşgul eden bir tartışma vardı: İkinci Cumhuriyet tartışmaları.
Fransa’dan mülhem bir yakıştırma idi ama biz Fransa gibi olaya bakmak yerine çok sert tartışmalar içinde boğmuştuk mevzuyu. Sayıların çok önemi olmasa da aslında Cumhuriyetimizin geçirdiği aşamaları görmek açısından öğretici olabilirdi bu sayılar.
Ben de kendimce Cumhuriyeti sayılarla ifade etmek istiyorum.
- I. Cumhuriyet (1923-1925): Aslında durum Meşrutiyetin Sultansız bir devamı. Sultanın yerini Meclisin seçtiği Cumhurbaşkanı almış ve öyle ya da böyle demokrasinin gereği olan siyasi partiler 1908’den beri siyasi hayatımızda yer alıyorlar.
- II. Cumhuriyet (1925-1946): Şeyh Sait İsyanı sonrası (Savaş sırasında bile İttihatçıların yapmadığı yapılarak) Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası ile birlikte tüm muhalefet yasaklanır ve Tek Parti İktidarı başlar. Bu dönemde demokrasinin olmazsa olmazı serbest seçimler hiç yapılmadı. Çok nadiren bazı bölgelerde halkın istediğini seçmesine izin verildi ve adaylık serbest bırakıldı. Ancak, buna rağmen Çankaya’nın beğenmediği bir isim vekil olamazdı. Bu nedenle bazı vekillerin sayıyı tamamlamak adına birden fazla ilin vekili sayıldığı da oldu. Adnan Menderes vekil olduğunu radyodan dinleyenlerden haber almıştı.
- III. Cumhuriyet (1946-1960): Çok partili hayata geçişle başlıyor. Bazılarının Karşı Devrim de dedikleri dönem. 1950’de iktidarı devralan Demokrat Partinin pek çok olumlu hizmetine rağmen ülkeyi Tek Parti Devrinin bir takım arazlarından kurtarmak yerine bunları kullanmayı tercih etmesi ve dünyada değişen konjonktür bize çok pahalıya mal oldu. DP iktidarı bir askeri darbe ile yıkılırken, uzun süredir gündem dışı olan askeri darbeler dönemi yeniden başlayarak ülkenin hemen her 10 yılda bir askeri müdahalelerle karşı karşıya kalmasına yol açacaktı. Ve maalesef Darbenin yarattığı hava Tek Parti iktidarı ile ilgili gerçek bir muhasebe yapılamadığı gibi DP’nin de artıları ve eksileriyle birlikte değerlendirilmesinin önüne geçti.
- IV. Cumhuriyet (1960-1971): 27 Mayıs Askeri Darbesi ile siyaset yeniden tasarlandı ve yeni bir Anayasa yürürlüğe konuldu. Artık siyasetin bir kulağının hep askerde olduğu günler başladı. Cemal Gürsel bu döneme II. Cumhuriyet demişti.
- V. Cumhuriyet(1971-1980): 27 Mayısçıların hazırladığı anayasayı halk için bol bulan askerler bunu bir muhtıra ile daraltma yoluna gidecekler ve siyasete bir kez daha açıkça müdahalede bulunacaklardı. Bu darbe Türk siyasetinde bir sürü tek adamın doğmasına (Demirel, Ecevit, Erbakan, Türkeş) yol açacak ve partilerimizin fikir-ideoloji partisi olmaktan çok birer lider partisine dönüşmelerine yol açacaktı.
- VI. Cumhuriyet(1980-2007) 41 yıldır değiştirilemeyen daha doğrusu defalarca değişikliklere gidilmesine rağmen anti-demokratik ruhunu hiç kaybetmeyen bir anayasa ile yönetildiğimiz bir dönem. Darbecilerin yaratmış olduğu iklim bugün bile hala çok diri. Korkuların üzerine inşa edilmiş bir Cumhuriyet.
- VII. Cumhuriyet(2007-2017) Türkiye tarihinde geçmişte de yaşanmış başarısız darbe girişimleri olmuştu ama 27 Nisan Postmodern Darbesi tam tersi bir etki doğurdu ve siyaset askere galebe çaldı. AB çapasını da yedeğine alan Ak Parti iktidarı ekonomik verilerdeki olumlu gelişmeler ve başka sebeplerin de birleşimi ile askeri büyük ölçüde oyun dışına itmeyi başardığı bir dönem. Konuşulamaz denen şeylerin konuşulduğu ve yapılmaya çalışıldığı nispeten daha demokratik yıllar.
- VIII. Cumhuriyet(2017-….): 2015’de FETÖ Darbe Girişimini atlatan Ak Parti MHP’nin desteği ile 2017’de Başkanlık Sistemini getirerek yeni bir devir başlattı. Üzerinden çok kısa bir süre geçmesine rağmen yeni sistemin ülkemize beklenen ivmeyi kazandıramadığı çok sık konuşuluyor ve gelinen noktadan da kimse memnun gözükmüyor.
***
Kaçıncı Cumhuriyette olursak olalım maalesef ne kadar demokrat ne kadar laik olduğumuz gerçeği değişmiyor. Demokrasinin sınırlarını hep güçlü olanın ve kazananın belirlediği bir durum var. Tek Parti zaten adı üstünde tek parti ama 46 sonrası muhalefette iken demokrasi havarisi kesilenler iktidarda iken İttihatçı-Kemalist refleksleri farklı boyutlarda da olsa taşımaya devam ediyorlar. Laiklik ise zaten keyfe keder bir durum, aslında kimsenin gerçek anlamda laiklik-dini serbesti istediği yok. Laiklik karşıtlarının da laikçilerden baskı anlamında bir farkları yok.
Yine hiçbir Cumhuriyet gerçek anlamda halk için bir fırsat eşitliği getirebilmiş değil. Her seferinde birileri birilerinden daha gözde oluyor. Dilimize pelesenk ettiğimiz liyakat hep göreceli bir durum ve dahası ortak bir ahlak inşa edilemedi.
Halk olarak devletle ilişkimiz hiçbir zaman sağlıklı olmadığı için de devlet hangi Cumhuriyette olunursa olunsun hep “ele geçirilmesi gereken” bir yer olarak görüldü.
100 yılı devirdiğimiz şu günlerde gelecekte nasıl bir Cumhuriyet inşa edeceğimiz konusunda hala kafalar çok karışık. Hep birlikte slogan yarıştırmak dışında çok bir mesaimiz yok, olmayınca da farklı bir şeyler beklemek sanırım gerçekçi de değil…