Zaman zaman yazılarımda “ideoloji partisi olmak”tan dem vuruyorum. Gelen bazı eleştirilerden anladığım, bununla neyi kastettiğimin pek anlaşılmamış olduğu. Kanımca önümüzdeki 5-10 yıl içinde partilerimizi büyük bir dönüşüm bekliyor, 2019 sonrası partilerin ne ölçüde ideolojik partilere dönüşüp dönüş(e)meyeceğini ise hep birlikte göreceğiz.
Önümüzde iki yol var; ya liderler sultasına doğru evrileceğiz ya da Batı demokrasilerinde görüldüğü şekliyle ideolojik tutumu (dünya görüşleri) açık, net ve parti programları belli -güya bugün de belli ama bu programlar seçimlerden sonra unutulur- partiler yelpazesi ortaya çıkacak.
***
Şahsen ikincisini birincisine tercih ederim; çünkü ikincisi olduğunda biz sıradan vatandaşlar için partilerin olaylar, olgular ve gelişmeler karşısındaki tutumları da sürpriz olmaktan çıkacak.
Merkezde birbirine göre biraz sağda biraz solda duran iki büyük partinin yanında liberal, milliyetçi ve sağ-sol marjinal partiler siyasette kendine yer bulacak. Bunlar bugün de var diyebilirsiniz ama bunların çoğunun doğru düzgün ideolojik bir tutum ve tavırları yok. Partilerimizin ciddi bir şekilde ideolojik tutum eksikliği var. Dünya görüşlerinin tam anlamıyla hangi temeller üstüne kurdukları belli değil. Makam, mevki ve paylaşım kavgası dışında!
Peki, nedir ideolojik tutum eksikliği?
Mesela bunca yıllık iktidar deneyimine karşılık “Ak Parti’nin ekonomik alandaki tutumu nedir?” diye sorsak ne cevap vereceğiz! Liberal desek bir yere kadar, sosyal demokrat desek o da olabilir, karma ekonomi taraftarı desek o da var… Aynı soru CHP, MHP ve HDP için de geçerli.
İşçi-işveren, köylü-kentli, doğa-teknoloji vb. ikilemlerde hangi tarafa meyilliler açık ve net ortada değil. Ak Parti’nin pek çok konuya birer işveren-müteahhit gibi baktığı bir gerçek. 657’yi değiştirme isteği ve gerekçeleri bunun bariz göstergesi ancak bunun bir de ‘ama’sı var! Ak Parti bugüne kadar hiçbir iktidarın yapamadığını yaparak sosyal devlet ilkesini fazlasıyla hayatımıza soktu.
Temel hak ve özgürlükler noktasında ise sağdan sola tam bir fecaat var zaten.
Kaç yıldır temel hak ve özgürlükler ile inanç özgürlüğünün basit gereklerini dahi kafamızdaki duvarları aşıp da yapamıyoruz. Alevilerin taleplerini Sünnilik, Kürtlerin taleplerini Türklük, Azınlıkların taleplerini Müslümanlık penceresinden bakarak çöz(me)meye çalışıyoruz. Ezilenlerimizin de diğerlerinden çok bir farkı yok. Ezilenler de kendilerini ezenleri yanlış yerde aradıkları için kendileri gibi mağdurları mağdur edecek ya da onları korkutacak çözümler isteyebiliyor.
Maalesef, bugün içinde bulunduğumuz siyasal bilinç düzeyi ile insanların ve de partilerin temel hak ve özgürlüklere yönelik kısıtlama ve ihlalleri görebilmeleri için mağdurların bizden olmaları dışında hiçbir kriteri yok; çünkü diğerleri zihin dünyalarımızda bir yer işgal etmiyor. “Adalet mülkün temeli” diyor, “gecikmiş adaletin adalet olmadığından” dem vuruyoruz ama bütün bunları sadece bizden olanlar için istiyoruz!
***
Ötekileştirilenler için adalet istemek ise neredeyse imkansız. Adaleti tesis etmekle görevliler ise adalete değil de genel havaya göre karar vermekte ya da ver(e)memekte.
Halbuki iyi kötü bir dünya görüşümüz olsa idi en azından buna göre bir adalet standardımız olurdu. Mesela aynı suçtan beyaz adam için ömür boyu hapis cezası isterken siyah adama idam verirdik ama en azından bir standardımız olurdu.
Yarın bir gün bedelli askerlik konusunu tartışırken -gündeme gelmezse şaşırmak gerek- HDP ve marjinal bir iki sol parti dışında ne diyeceğini bildiğimiz bir parti var mı? Biliyoruz dersek yalan olur. Bu konuda daha önce yaşananları hatırlarsak, partilerin tamamen keyfi ve anlık tepkiler verdiğini görürüz. Niçin böyle? Çünkü bu partilerin hiç birinin tutarlı ve doğru düzgün ideolojik bir duruşu-dünya görüşü yok da ondan.
Birinci seçenek mi? Onu hiç düşünmesek daha iyi…