Memlekette bir şeyleri düzeltelim derken beraberinde düzgün yapılan bazı işleri de bozmakta üstümüze yok. Bunun en güzel örneği olan üniversite sınavları ve sistemle sürekli oynanıyor. Oynarken de maalesef eski uygulamaların olumlu kısımları çoğu kez sonrakine taşınmadan yeni bir yol çiziliyor.
40 yaş üstü olanlar bilir, 1980-1997 arası üniversite sınavına girenler sınava girmeden (ÖSS ve ÖYS) tercih yapmak zorunda idiler. Bu uygulama pek çok öğrencinin tercih kurbanı olmasına yol açıyordu; çünkü beklediğinden iyi bir performans gösterenler çok daha iyi seçenekleri, yüksek beklenti içinde olanlarda bu sefer girebilecekleri seçenekleri kaçırabiliyorlardı.
98 yılında olması gereken değişikliği Milliyet gazetesi şu şekilde haberleştirmişti “ÖNCE SINAV, SONRA TERCİH: Üniversiteye giriş, gelecek yıldan itibaren “ızdırap” olmaktan çıkartılıyor. Yeni düzenlemeler, iki aşamalı sınavı teke indirirken, tercih sistemini de sil baştan değiştiriyor. Öğrenciler yeni düzenlemeyle hayali tercih yapmaktan kurtuluyor. Adaylar önce ÖSS’ye girecekler, sonra puanları açıklanacak, daha sonra da puanlarına göre fakülte tercihi yapabilecekler…”
90’lı yıllarda her meslek liseli gibi sınava dezavantajlı girenler arasında idim ve sınavda nasıl bir performans göstereceğim konusunda fazlası ile endişeliydim. Üstüne bir de Türkiye genelinde sadece 17 üniversite ve tercihe değecek 60 bin civarı kontenjan olunca iş daha da zorlaşıyordu. Girdiğim deneme sınavlarında ÖSS’den 120, ÖYS’den 400 puanı güçlükle alabiliyordum. Asıl sınavda böyle bir puan almam durumunda da bu civarda bir puan aldığım takdirde seçeneklerim çok dar bir alana sıkışacaktı. Dolayısı ile beklentiyi yüksek tutup, tercihlerimi mümkün mertebe mütevazi yapmak zorunda kalmıştım. Böyle bir puanla Ankara’da bir üniversite kazanmam çok zordu.
Hiç unutmuyorum sınavdan çıktığımda kapıda buluştuğum arkadaşıma Kırıkkale’ye tarih bölümüne kesin girdim demiştim fakat asıl üzüntüm Ankara’nın köklü üniversitelerindeki pek çok bölüme girebilecekken tercih listemde bunlar yoktu. Deneme sınavlarından en fazla 405 puan alan ben gerçek sınavda 487 puan almış ve tercihime neredeyse 40 puan fazla ile girmiştim.
YÖK, bu yanlışı düzeltti ve öğrencilerin gerçek performansları ile tercih yapmalarının yolunu açtı. Başta dedim ya, bir yeri düzeltirken başka bir yeri bozuyoruz. 1998-2009 arası önce sınav sonra tercih diyerek sınav teke indirildi. Bunun mahzurları anlaşılınca tekrar eski sisteme benzer bir uygulama getirildi. 2018’de güya sınav stresini azaltacağız diyerek bu kez de sınavı üçe bölüp hepsini bir hafta sonuna sıkıştırarak gençlerin çok acı bir şekilde duvara toslamalarına sebep oldular.
Halbuki 1980-98 ve 2010-17 arası öğrencinin temel bilgilerini ölçen ilk sınav mart ayında yapılıyordu ve bu aşama hedefli öğrenciler ve henüz işin ciddiyetini tam kavrayamamış birikimli öğrenciler için bulunmaz bir nimetti.
Öğretmenlik hayatımda ısrarlı uyarılarıma rağmen “hocam ben sayısalcıyım!” diye inatlaşan birçok öğrencim TYT (ÖSS) sınavında yaşadıkları şokla gerçekle yüzleşip en azından önlerinde kalan 3 ayı çok daha verimli bir şekilde kullanarak, hedeflerini yeniden çizme şansına sahip oluyorlardı.
Peki, ya şimdi?
Hafta sonu TYT, AYT ve YDS sınavları yapıldı. Cumartesi günü TYT’de yüzbinlerce genç büyük bir şok yaşadı. 1999 yılında getirilen fecaat geçme sistemi ile neredeyse 8 yıldır (İlkokulu dışarda tutuyorum) hiçbir engele takılmadan, kazanmaları gereken asgari becerilere dahi sahip olmadan, merdiven basamakları çıkar gibi sınıf geçen yüzbinlerce genç hayatlarında (LGS’den sonra) ilk kez gerçek bir eleme sınavı ile karşılaştılar. Binlerce genç kendilerine yıllardır söylenen yalanlardan cumartesi günü çok acı bir şekilde uyandılar ve o moral bozukluğu ile de pazar günü AYT sınavına girdiler.
Pazar günü sınav salonlarında ÖSYM, ne hikmetse öğrencilerin 2 saat boyunca salonları terk etmelerine izni vermeyerek onları adeta hapis tuttu. Bu sebeple hemen her salonda uyuyan, cevap anahtarı üzerine halı, kilim deseni çizen, sırf dışarda bekleyen velisi “neden erken çıktın” diye sormasın diye oflaya püfleye sınavın sonuna kadar oturan öğrenci manzaraları ile karşılaştık.
Bu yıl baraj kapaklarını kaldırmamıza rağmen yine yüzbinlerce öğrencinin puanları hesaplanmayacak. Geçen yıl puanı hesaplanmayan bir milyondan (1.000.000) fazla öğrenci vardı. Girenlerin %32’si… Bu durum çok mu şaşırtıcı? Değil aslında, çünkü sınava girip de adını soyadını zor yazan ve kodlama nasıl yapılır bilmeyen lise mezunlarımız var.
Ağlanacak halimize gülsek mi ağlasak mı bilemiyorum.
NOT: Bu yazı üniversite sınav sisteminin doğruluğu ya da yanlışlığı üzerine değildir. Süregelen bir uygulamanın yanlışları düzeltilirken bir başka yanlışa nasıl kapı açıldığı ile ilgilidir.