Okullar ilk kez bu yıl ara tatil verecek ama gelecek yıllarla ilgili hala reform niteliğindeki adımlarla ilgili bir gelişme kamuoyu ile paylaşılmadı. Geçen dönem Sayın Ziya Selçuk iki çok önemli konuya değinmişti; birincisi elemenin olmadığı bir sistemin anlamsızlığı ikincisi de ders sayısındaki fazlalık. Bu konularda bir eylem planı var mı henüz bilmiyoruz.
Bazen arkadaşlarıma şaka yollu “Üç günlüğüne Bakan olsam tek yapacağım şey sınıfta kalmayı geri getirmek olur.” diyorum. Temel bir takım derslerde öğrenciden belli bir bilgi düzeyine erişmesini isteme zorunluluğumuz var ama nedense biz bu zorunluluğu 1999’dan beri yok sayıyoruz. Maliyet hesabı ile öğrencileri takıntısız sınıf geçirtirken, bu öğrencilerin bu şekilde sınıf geçmelerinin gerçek maliyetini hiç hesaplamıyoruz.
Ben yazmaktan belki sizler de okumaktan bıktınız ama bazı şeyleri tekrar tekrar yazmak maalesef şart.
Eski sistem çok mu iyiydi? Elbette mükemmel değildi ama çıktısı bugüne göre daha sağlıklı idi.
Öncelikle acilen zorunlu eğitimin süresi konusunda daha sağlıklı bir orta yol bulmamız gerekiyor. Sanayi toplumu ve milliyetçilik çağının dayattığı eğitim sistemi artık miadını doldurdu ve başka bir aşamaya geçti. Okullar artık zamanın ihtiyaçlarına karşılık veremiyor. Neden, çünkü işi bir yandan eski usul götürürken diğer taraftan da çağın ihtiyaçlarını karşılamak zor.
80’li ve 90’lı yılların ortasına kadar ülkemizdeki ilkokul öğrencilerin %10-15’lik bir kısmı ortaokula çeşitli sebeplerle gitmezdi. Yine gidenlerin de en az bir %10’lık kısmı sınıf tekrarı yapar ya da örgün eğitimin dışına çıkardı.
Örgün eğitimin dışına çıkışlarda kız öğrencilerin oranı “kızlar okumaz” anlayışı ile belki biraz daha fazla idi. Ortaokulu bitiren öğrencilerinde yine bir kısmı liseye gitmez, gidenlerin de yine azımsanamayacak bir kısmı sınıf tekrarına kalırdı. Arada yanlışlıklar olsa da sonuç itibariyle bu tekrarlar ve sınıf geçmelerde asgari bir yeterlilik seviyeyi esas alınırdı.
Bugün ise okullarımızda adını soyadını zor yazan, dört işlemi dahi yapamayan, haritanın doğusunu batısını bilmeyen, Türkiye’nin yerini dünya haritasından gösteremeyen, 29 Ekim’de 23 Nisan’da ne olduğunu bilmeyen binlerce genç sınıfları hiç takılmadan firesiz geçiyor hatta üniversite okuyor.
Yıllar önce ortaokulda bir öğrencim vardı. Geçirdiği ateşli bir hastalık nedeniyle fiziği yaşını gösterse de zeka gelişimi durmuştu. Bu çocuğumuzun hiç olmazsa çat pat okuma yazmayı öğrenebilmesi için aylarca uğraşmış ama sadece adını-soyadını yazmayı öğretebilmiştim. Henüz 12 yıllık kesintisiz eğitim yasası çıkmamıştı. Annesini çağırıp oğlunu sanayiye ya da bir zanaatkarın yanına çırak olarak vermesini salık vermiş ve gerekirse kendisine bu konuda yardımcı olabileceğimi söylemiştim. Ertesi yıl okullar açıldığında bu çocuğumuz takım elbise kravat yolda karşıma çıktı, annesi de yanındaydı. “Hayırdır evladım nereye?” dediğimde sevinerek “Öğretmenim liseye başladım.” dedi. Annesi ile göz göze geldiğimizde “Hocam ortaokulu bitirdi. Liseyi de bitirir dedim.” diyerek başını eğdi.
Tabii ki bu çocuğumuz liseyi okuyamadı ve bıraktı ama bugün maalesef 12 yıl kesintisiz eğitim saçmalığı yüzünden okula giden bu tür binlerce öğrenci var. Sonra da çok ünlü bazı eğitimci yazarlarımız -hiç kabahatleri yokmuş gibi- bu konularda duyarlılık kasma yarışına girmekte. Onların bu tutumu bizi ilgilendirmez ama MEB’in tutumu bizi ilgilendirir.
Acilen kesintisiz eğitimin ne kadar olması gerektiği ile ilgili toplumun tüm kesimlerini içine alan bir çalışma başlatılmalı.
Lise eğitimi özel olmalı. Zaten mevcut hali ile bile en gözde üniversitelere ve bölümlere gidecek öğrencileri daha 8. Sınıfta %90 oranında belirliyoruz. Hal böyle iken milyonlarca çocuğu ve veliyi kandırmaktan vazgeçmemiz gerek. Ve Ziya Selçuk da bu yalana son vermeli.
8. sınıfı ya da lise 1’i baraj sınıfı haline getirmemiz şart. Türkçe okuyup-yazma ve anlamada yetersiz, temel matematik bilgisinden yoksun öğrencilerin bu halleri ile güya akademik eğitim veren okullara devamına izin verilmemeli. Bu çocuklar iyi kötü bir meslek sahibi olabilecekleri yıllarını boş yere okul sıralarında harcamamalı.
Bu çocuklarımızın yarın birer ana-baba olacakları ve ailelerine bakmak zorunda olacakları bilinci ile hareket etmemiz lazım. Bunu yapamazsak önümüzdeki çağı öncekileri ıskaladığımız gibi bir kere daha ıskalamamız kaçınılmaz olacak. Bırakalım da çocuklar kendi yollarını kendileri çizsin.