İçinden geçtiğimiz süreç çok acı bir gerçeği yüzümüze vuruyor. Maalesef ülkemizde hiçbir grup, klik vs.nin gerçekte demokrasi ve özgürlük gibi bir talebi yok. Aslında istenen şey çok açık ve net bir şekilde gücü ele geçirmek ve elde tutma isteği. Oraya varana kadar hepimiz maşallah çok demokratız.
Şahsen çevremde de Türkiye’de de temel hak ve özgürlükleri bir zorunluluk olarak gören kişi sayısı çok az. Bu konuda büyük büyük laflar edenler çok fazla ama iş gerçek dünyaya geldiğinde işler değişiyor. Hemen her konuda olduğu gibi bu konuda da çifte standartlarımız var.
Türkiye’de darbe sonrası kurulan tüm partiler iktidara geldiklerinde bugüne kadar hep seçim barajını kaldıracaklarını vaat ettiler ama bugüne kadar iktidara gelen hemen hiçbir parti barajı kaldırmayı vaat ettiğini hatırlamadı bile. Sorsak mecliste tüm fikirler savunulabilmeli ve kürsü dokunulmazlığına sahip olunmalıydı… Yaka paça götürülen ve yemin ettirilmeyen vekiller hiç olmadı!
Mesela Almanya’ya çalışmak ve para biriktirip dönmek için gönderdiğimiz ama oralarda kök salıp kalan ve sadece tatillerde ve emeklilikte ülkemize gelip bir aylık (analarının ak sütü gibi helal) kazançları ile krallar gibi tatil yapan-yaşayan vatandaşlarımız için Alman devletinden istediğimiz kutsal(!) hakları binlerce yıldır iç içe yaşadığımız insanlara vermeye gelince anında tornistan yapmaktan hiç çekinmedik. Retoriğimizde hazır “biz etle tırnak gibiyiz, hepimiz kardeşiz, hepimiz Müslümanız vs.” ama ne hikmetse uygulamada birilerine sürekli tırnak muamelesi çekip habire kesip atmayı ve törpülemeyi marifet sanıyoruz. Fazla konuşurlarsa da nankörlükle suçlamayı kendimize hak görüyoruz.
Ama sorsanız hepimiz süper, ultra demokratız ve insanların bir takım temel hakları olduğunu kabul ediyoruz.
Laikliği öve öve bitiremeyenlerimiz, inanç gruplarının görünür olmasında rahatsızken; tersinden inançlılarımız da laikliği önceleyenlerden ve diğer inanç sahiplerinin görünüz olmasından rahatsızlar.
Ama çarpık düzen hiç değişmiyor, herkes zayıfken ileri demokrasinin süvarisi gibi dört nala at koşturuyor.
Bulgaristan’dan dilini, inancını yaşayamadığı için ana vatana dönüş yapmış vatandaşlarımız içerideki bu tür taleplere bölücülük gözü ile bakarak “Burası Türkiye” demeyi biliyor. İşin ironik yanı bugün-80 sonrası gelenlerin- çoğunun çifte pasaportlu olması ve bunun konforundan vazgeçmek gibi bir düşüncelerinin olmaması…
Avrupa’nın güvenlik gerekçesi ile haklı haksız Müslümanlara karşı aldığı tedbirleri din ve vicdan özgürlüğü diye bağırıp çağırarak kınarken gayr-i Müslim vatandaşlarımızı sürekli “Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz” diyerek hizaya çekiyoruz. Kanunen sağlamamız gereken hakları vermek yerine en tepeden “garantiniz benim” diyerek aslında keyfiyete terk ettiğimizi görmek istemiyoruz.
Dinde zorlama yoktur derken Alevi inancına sahip insanlarımızın hemen her talebine “din elden gidiyor” vaveylası ile itiraz ederken işi “Ali’yi sevmek Alevilikse biz de Aleviyiz” noktasına indirgeyip sulandırmayı marifet sanıyoruz. Sorarsanız tüm inançlara saygılıyız.
Aleviler haklı olarak Cumhuriyetin başından beri yok sayılmanın -her ne kadar bazıları eşit vatandaş olduklarını sansa da- verdiği acı ile birtakım haklar talep ediyorlar ama çoğu bu hakların genele teşmilini istemiyor. Hatta öyle olacaksa bizim de olmasın onların da olmasın noktasındalar. Lafa geldi mi herkes pür laik…
Güya hepimiz darbelere karşıyız ama darbecileri demokrasi kahramanı gibi mezarlarının başında -üstelik de birkaç gün önce darbe mağdurlarını yine mezarlarının başında anmışken- anmakta pek bir sakınca görmüyoruz.
Çok sevdiğim bir dostumun sözü geldi burada aklıma. Türkiye’deki din ve vicdan özgürlüğünün nasıl çözüleceği üzerine hararetli bir tartışma sırasında bu arkadaşım “bu meseleyi en iyi biz çözeriz” dediğinde dine ve dinlere karşı tutumunu bildiğim için büyük bir merakla “nasıl olacakmış bu iş?” dediğimde aldığım cevap rahmetli Demirel’e bile şapka çıkarttıracak derece de zekiceydi:
“Biz bütün dinleri dört duvar arasına, evlerin içine insanların beynine hapsederek bu sorunu çözeceğiz. Evinde kim neye inanıyorsa inansın!”
Ne demişti Demirel bir zamanlar: “Meseleleri mesele etmezseniz ortada bir mesele kalmaz!”