24 Haziran ya da 8 Temmuz sonrası Türkiye artık öyle ya da böyle yeni bir yola girecek. Ama öncelikli olarak gerek yönetimsel anlamda ve gerekse toplumsal sağlığımız açısından ciddi bir restorasyon ve rehabilitasyon dönemine ihtiyacımız var.
Hain darbe girişimiyle zaten çok da sağlıklı olmayan toplumsal sağlığımız da psikolojimiz de iyice allak bullak olmuş durumda. Ve bir de üstüne ekonomide düne kadar atılması gereken birtakım yapısal adımların gecikmesi nedeniyle ciddi bir ekonomik krizle karşı karşıyayız.
Bu nedenle dolardaki hızlı yükselişi sadece dış mihrakların ve üst aklın bir oyunu olarak görmek bizi sadece psikolojik olarak rahatlatabilir. Daha fazlası olmaz.
***
15 Temmuz darbe girişiminden bugüne OHAL ile geldik ve çok sıradışı bir dönem yaşadık. OHAL sürecinde pek çok kurum ve kuruluştaki işleyiş ve genel teamüller ciddi manada zarar gördü. Fakat bu zarar kuralların işlemesinden çok kuralların muğlaklaşmasından doğdu.
FETÖ halktan büyük bir tokat yese de giderayak aramıza korkunç bir fitne bıraktı. Pek çok haramzade de FETÖ’nün açtığı yarayı deşerek sırf kendi menfaatleri için kurumların işleyişini alt üst etti.
Hatırlarsınız bir ara gazetelerimiz; FETÖ’cüleri göz altına alan, yakalatan, ihbar eden vs. vs. kimselerin daha sonra FETÖ’cü olarak tutuklandığı, gözaltına alındığı, ihraç edildiği haberleri ile doluydu.
Dirayetsiz yetkililerin de Cumhurbaşkanı ve Başbakanın tüm çağrılarına rağmen “yaş ile kuruyu birbirinden ayırın” talimatını görmezden gelmeleri işin tuzu biberi oldu.
Kurumsal işleyişin bozulduğu ve görev alanlarının birbirine girdiği, sadece kritik konularda değil hemen hiçbir konuda inisiyatif alınması gereken yerlerde yetkililerin sorumluluk almadığı adeta tüm işlerin üst makamlara, onların da devletin tepesine bıraktıkları bir süreç izledik.
Bugün toplumda var olan huzursuzluğun da ekonomik sıkıntıların da temelinde dış güçlerden çok maalesef bu yanlışlar yatıyor. Ve menfur darbe girişiminin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen Türkiye hâlâ FETÖ terörünün ülkemize verdiği zararları onarmaya çalışıyor.
***
24 Haziran (8 Temmuz) sonrası bir şekilde bozulan ve nasıl işlediği dışarıdan çok da anlaşılamayan yönetim ağının düzeltilmesi ve sağlıklı bir şekilde işler hale getirilmesi gerekli.
Bazı AK Partililerin övündüğü üzere Sayın Erdoğan’ın günün neredeyse 24 saatinin 20 saatini çalışarak geçiriyor olması aslında ülke adına çok da övünülecek bir durum değil. Tam tersine bu, Cumhurbaşkanının pek çok konuda ne denli yalnız bırakıldığı anlamına geliyor. Cumhurbaşkanının ülkenin hemen her sorunuyla direkt ilgilendiği bir düzen bugünün dünyasında çok manasız olmaktadır.
Artık yeni sistem içinde her ne kadar tüm erkler Cumhurbaşkanına bağlansa da -kimin cumhurbaşkanı olduğundan bağımsız- bazı konuların ve işleyişlerin Cumhurbaşkanından bağımsız rutin bir işleyişi olmalı.
Bugün davranışlarını ibretle izlediğimiz ABD başkanı Trump’a rağmen Amerika’da pek çok kurum ve kuruluş ABD başkanından bağımsız olarak kendilerine Anayasa ve yasaların verdiği çerçevede hareket etmektedir. Bizim ihtiyacımız olan tam da budur. Ve yeni dönemde devlet işleyişinde böyle bir anlayışa zemin hazırlanması ve topluma da benimsetilmesi gerekir.
Dün küçümsediğimiz ve işlerimizi bürokrasiye boğmakla suçladığımız teamüllere –ıslahı şartı ile- acilen ihtiyacımız var.
Adaletten eğitime, ekonomiden dış politikaya pek çok konuda ortak müştereklerimiz olması gerekiyor. Hukuk ve adalet mekanizmasının asli işlevi dışında sürekli olarak siyasetle içli dışlı hale gelmesi de ülkemize içeriden çok dışarıda prestij kaybettiriyor.
Bir ülkede hukukun keyfileştiği hissinin yatırımcılar arasında doğmasının maliyetini kimse doğru hesaplayamaz. Bugünlerde içinde bulunduğumuz krizin bir sebebi de budur.
Yaşanan sorunları ciddiye alıp sebeplerini tespit edip çözüm yollarını aramak yerine merhum Demirel’in veciz “Meseleleri mesele etmezseniz ortada mesele kalmaz” ifadesi ile başkalarını suçlamanın dertlerimize derman olmayacağı ise çok açık.