Batı edebiyatında hatıratlar çok önemli bir yer tutar. Bizde ise bu tür bir gelenek çok yaygın değil. Anılar yazılsa bile çoğu kez savunma ve hesaplaşma amaçlı inşalardır. Kurtuluş savaşının beş büyük kahramanının hatıratlarına baktığınızda bu durum çok net bir şekilde görülür.
Örneğin Cemil Meriç’in Jurnalleri benzeri eser çok az. İletişim yayınları da büyük bir stratejik hata ile Meriç’in tüm eserlerini basarken işe Jurnallerden başlamıştı. Meriç’in birbirinden değerli eserleri bir anda Jurnallerin gölgesinde kaldı çünkü Meriç Jurnallerde çok özel konularda ruhunun derinliklerindeki ızdıraplarını, öfkelerini, gözlemlerini tüm açıklığı ile yazmıştı ve herkes orada kapalı kaldı.
Önce dost sohbetlerinde gıyaben daha sonra sosyal medya üzerinden ve en sonunda da cemal cemale tanışma şansı bulduğum Ahmet Sınav hocamın “ben amarikadaykene… SÜRGÜNDE DOĞMAK”taki anılarını okurken nedense Cemil Meriç hatırıma geldi.
Bizde hemen her nesil benzeri durumları tekrar tekrar yaşamak bahtsızlığına sahip ve her nesil yaşadıklarının tekil olduğu vehmi ile ömür sürmekte. Cumhuriyet nesillerinin her biri hayatı boyunca birçok kez darbe ve darbe girişimleri ile yüz yüze geldiği halde ne hikmetse bu tekrarlardan hiçbir zaman ders çıkaramadı.
Çünkü; tecrübeleri ve yaşanmışlıkları aktarma konusunda çok çekinkgen ve duyarsız kaldık. Halbuki bu paylaşım yapılabilse belki de benzer hataları tekrarlama konusunda bu denli heveskar olmayacaktık.
Mesela Türk Sağı hiçbir zaman 27 Mayıs öncesi ile ilgili doğru düzgün öz eleştiri getirmedi ve hep tarihi 27 Mayıs’a sabitleyerek baktığı için yanlışlarını düzeltemedi. Benzeri şeyleri diğer pek çok ciddi sorunlarımız konusunda yaptık ve yapmaya da devam ediyoruz.
Sınav da “ben amarikadaykene..’de 28 Şubat mağduru genç bir akademisyen olarak yaşadığı zorlu süreci, bu süreçteki korkularını, çekincelerini, üzüntülerini bizimle sansürsüz bir şekilde biraz da mizahi bir tatla paylaşırken dünkülerin yapmadığı bir şeyi yapıyor.
Sınav’ın anıları birçok açıdan okunmaya değer. İlk olarak bugün ve yarın Amerika’ya gitme hayali kuranlar için bir kılavuz niteliğinde. Çok anlatmaya gerek yok, okursanız zaten kendiniz göreceksiniz. Ama benim için daha önemli olan yanı, bizim neyi yapamayıp da elin Amerikalısının neyi doğru yaptığını satır aralarında -belki amacı bu olmasa da- bizlere anlaşılır bir şekilde aktarması. Belki bunda 28 Şubat’ın gerçek mağdurlarından biri olmasının da büyük rolü var.
Sınav, anılarında Amerikan Rüyasını bir cennet olarak tasvir etmiyor, tam tersi güçlüklerini de bizlerle canlı bir şekilde paylaşıyor. Kendi olarak kalmış ve orada büyük bir başarı kazanmış genç bir doktorun hikayesinin başlangıcını, ilk emeklemelerini, hayatını yeniden kuruşunun ilk adımlarını önümüze seriyor.
Ve buradan bu anıların devamını özellikle bir kere daha şahsından istirham ediyorum. Bizleri devamından mahrum bırakmayınız…
Anılarından bir alıntı ile sizlere veda ederken cümleten bayramınızı da tebrik ediyorum:
“Odama hırsız girmiş…
Bir gün öğleyin İngilizce kurusundan dönünce, dergâhın merdivenlerinden odama çıkarken birinin kapıyı çarparak çıktığını duydum…
Olan olmuştu. Hemen yandaki Habibullah’ın evine varıp durumu anlattım. Gelip kontrol etti... Polis’i aradı. Beş-on dakika geçmeden polis geldi… Polis notlarını aldı. Kapının kilitlenmemesini eleştirdi ama olayı araştıracaklarını ve bilgi vereceklerini söyledi. Bir taraftan da elindeki bir listeyi kontrol ediyordu. Bana dönüp:
-Sizin adınız neden listede yok?
Anlamadım. Habibullah hemen lafa girdi…
Birkaç gün sonra Yurdaerler’in evinde sohbet ederken sordum:
-Yurdaer, polis burada herkesi fişliyor mu? Yoksa sadece camilere girip çıkanları mı fişliyorlar?
-Ahmetciğim, burada polis herkesin kaydını tutar. Sadece bizim dergâhın değil, tüm ibadethanelerin kaydını tutar. Ama biz ona fişleme demiyoruz burada.
-Ya nedir yaptıkları? Hani burası “özgürlükler ülkesi”ydi?
-Aslında insanların özgürlüklerini koruyorlar!
-Nasıl Yani? Fişleyerek mi?
-Bak! Burada ona fişleme demiyoruz. Devletin bakış açısı farklı. Devlet vatandaşa der ki: “Siz vergilerle bizden güvenlik hizmeti satın aldınız. Biz de polisimiz ile bu hizmeti size vermekle yükümlüyüz. Siz burada, özgürce, ibadet ederken güvenliğinizi sağlamak bizim görevimiz. Bunu yapabilmek için de buraya girip çıkanları bilmemiz gerekiyor.” Anlatabildim mi? Devletin bakış açısı farklı burada.
-Bak burası çok ilginç. Bizde devlet kutsal, vatandaş da o kutsala hizmet etmekle yükümlü. Bunlarda ise insan kutsal, devlet ona hizmet etmekle yükümlü. Bakış açısı çok farklı.
-Her zaman öyle bakmazlar tabi ama genelde öyledir…
Düşünüyordum da, biz hep sadece yasaklayıp sorunu çözdük zannediyoruz. Halbuki onlar dünyanın dört bir yanından gelen insanlardan oluşan toplumun sivil yönelişlerini serbest bırakıp, akıllıca kontrol altında tutarak ve etkin şekilde denetlemekle çözmüşler işi…” (Ahmet Sınav, Sürgünde Doğmak, Post Yay., 2021, s.111-112)