Biz de Batı gibi olabilir miyiz? Lale devrinden beri yüzümüzü döndüğümüz Batı’yı nedense hep yanlış yerlerde aramışız. İşin komiği bu yanlışı da bilmemize rağmen hep tekrarlanan bir kısır döngü içindeyiz.
Düşünsenize kaç asırdır Batılılaşmayı şekil ve şemal olarak anlamamamız gerektiği üzerine yazan, çizen yüzlerce mütefekkirimiz var. “Biz batının bilimini, tekniğini alacağız ahlakını değil!” diyerek ahkamlar kesmişiz ama geldiğimiz nokta açıkçası tam bir hüsran.
Batıdaki düzen ve tertip, insanların kurallar karşısındaki teslimiyeti bize çok şaşırtıcı geliyor. Hasbelkader biraz yurt dışı görenimiz sanki uzaylılardan bahsediyormuş gibi trafikteki düzenden, devlet dairelerindeki işleyişten, insanlara görece olarak verilen değerden hayranlıkla bahsediyor. Amerikalı bir yargıcın hemen her gün verdiği adalet derslerini sosyal medyada hayranlıkla paylaşıyoruz. Tabii tüm bunların oyun olduğuna da kuvvetle inanan büyük bir kitlemiz var o da bir başka vakıa.
İşin üzücü yanı bu hayranlıkla baktığımız beşeri seviyeyi yakalamanın çok zor olduğunu düşünmemiz.
Japonya’da insanlar metroya sırayla biniyormuş? Biz de binebiliriz ama bu kültürün yerleşmesini sağlayacak unsurların da hayatımıza yerleşmesi lazım.
Bakın ben Ankara’nın gecekondu semtlerinde büyümüş birisi olarak bu sıra bekleme işini gerçekten anlamakta çok zorlanıyorum çünkü seksenli yıllarda benim yaşadığım gecekondu semtinde insanlar otobüs ve dolmuş duraklarında sıraya girer ve efendice binmek için sırasını beklerdi. Kimse kimsenin de önüne atlamazdı, ki bu çok büyük ayıp sayılırdı. Ve bu sıra bekleyen insanlardan -öğrencileri çıkın- okuma yazma bilenlerin sayısı ise %10’u geçmezdi.
Ama sonra ne olduysa oldu ve bu kültür 90’lı yıllarda bozuldu gitti ama okur-yazarlık oranı bu arada %90 oldu. Eğitim fetişistlerine de buradan bir selam çakalım unutmadan.
Toplumu bir arada tutan yazılı ve yazılı olmayan kuralların varlığı değil bu kuralların fiiliyattaki işlevselliğidir. Montesquieu’nün deyimi ile “kötü kanun yoktur kötü uygulayıcı vardır”
Bir kuralın gücü yazılı olup olmamasından çok toplumdaki karşılığının az ya da çok olmasına bağlıdır. Mesela bizde de karşılığı standart olan hiçbir kural -o hayranlık duyduğumuz ülkelerdeki gibi -kolay kolay kimse tarafından çiğnenmez.
İnanmıyorsanız herhangi bir şehrimizin herhangi bir yerindeki EDS (Elektronik Denetleme Sistemi) olan bir noktası ile olmayan bir noktasında en fazla yarım saat gözlem yapın. İki nokta arasında kırmızı ışıkta geçen ya da hız sınırı ihlali yapanları kıyaslayın, farkı açıkça göreceksiniz.
Trafikte drift atan, tehlikeli şekilde yarışan araçları şikayet için 112’yi aradığınızda karşınızdaki polis “E ne yapalım!..” tarzı sizi başından savıyorsa insanların kurallara uymasını nasıl bekleyebilirsiniz ki? Tehlikeli şekilde araç kullanan kimse bir şikayet halinde 5-10 km sonra ekiplerce çevrileceğini bilse buna cesaret edebilir mi?
Mesela vergi kaçırma, vergilerin yüksekliği ayrı bir mevzu ama ülkemizdeki düzen vergisini düzenli olarak ödeyen vatandaşa enayi damgası vuruyor. Siz sürekli olarak vergi afları getirirseniz vergi yüzsüzlerinin vergilerini zamanında vermelerini sağlayabilir misiniz?
Yoksa nasıl olsa yine af çıkar yırtarım düşüncesine mi sevk edersiniz?
Bu ülkede iş adamları devletten korkmuyor ama bankalardan korkuyor, neden? Çünkü devlet işi savsaklarken bankalar ticari itibarlarını zedeleyebiliyor. Komedi gibi vergi yüzsüzlüğü bir şirket için itibarsızlık sebebi değil bu ülkede… Batı ahlakı demiştik değil mi?
Batı’nın ahlakını aldığımız için durum böyle. Ama bu ahlaksızlığa bizleri devlet mahkum ediyor.
Rahmetli Sakıp Sabancı “Ben vergi verecek kadar enayi miyim!” dediğinde hepimiz şaşırmıştık ama Sabancı lafını ders vererek tamamlamıştı: “Ben okullar, hastaneler, yurtlar yaparak borcumu bu halka ödüyorum. Devlete bu parayı versem o da birilerine peşkeş çekerek bu paraları hiç edecek” minvalinde bir açıklama yapmıştı.
Keşke bir değil de bin beş yüz tane Sabancı’mız, Koç’umuz, Eczacıbaşı’mız olsa idi.
Bakın bu ülkede olmaz denilen şeyler oldu. Bundan 20 sene önce “İleride otobüslerde sigara içilemeyecek” dense kaç kişi inanırdı. Yaşı müsait olan herkes hatırlar otobüslerin içinde göz gözü görmez, sigara içmeyenler bile bir dal sigara tüttürürdü… Göz gözü görmeyen kıraathaneler şimdi yok…
Demek ki istense bazı şeyleri biz de Batı standartlarında yapabiliriz. Yeter ki İsteyelim…