Türkiye’de siyaset ve spor, özellikle de futbol pek çok açıdan birbirine benziyor; ikisi de kazanma odaklı. Dolayısıyla adil olmak, hak etmek, doğruları yapmak, insanların rızalığını almak ve güzellikleri herkesle paylaşmak gibi bir beklenti yok. Bizim seçmen-taraftar mutlu olsun gerisi boş.
Futbol her zaman iyi olanın kazandığı bir oyun değil, belki de futbolu bu denli cazip kılan da bu.
Ama futbol dış müdahalelere fazlasıyla açık. Saha, seyirci, hava, gündem vb. bir çok faktör işin içine girer ve kağıt üzerinde herkese eşit uygulanması gereken kurallar bir bakmışsınız farklı uygulanmış, bir tarafta stattaki 20 bin kişinin gördüğü smacı sahadaki hakemler görmez diğer bir statta ise kimsenin görmediği penaltıyı bir başka hakem cart diye çalar…
Gerçi neremiz düzgün ki futbol kuralları düzgün işlesin.
Trafik kurallarının bile keyfi uygulanabildiği bir ülkedeyiz. Yarı resmi devlet kurumlarının vergi kaçırmak için kullanılabildiği, mahkemelerin benzer suçlara kişiye göre ceza verebildikleri bir düzen.
Böyle bir düzende hakimlerin-hakemlerin vb. aktörlerin her zaman doğru ve hakkaniyetli karar vermelerini beklemek biraz fazla hayalcilik herhalde. Baksanıza aslan yürekli hakimlerimiz AİHM kararlarını bile kaale almıyor…
***
Gerçekten de futboldaki halimiz hemen her alandaki halimize benziyor. Maslahatçılık had safhada, aman birileri üzülmesin, aman birilerinin tekerine taş gelmesin, birileri batmasın…
Bu nedenle bütün bir yıl eyyamın dibine vurup sonra da şampiyona-kazanana methiyeler dizmek bizde makbul.
Açıklaması da çok basit: Haticeye değil neticeye bakalım. Kazanan daima haklıdır!
Kağıt üzerinde her şeyin normalmiş gibi görünmesi vicdanlarda da bunun kabul edildiğini gösterir mi? Bu topraklar için anlamsız bir soru…
***
Bundan üç-beş sezon önce 34 haftalık lig periyodunda iki büyük takımın teknik direktörü için gazeteler her hafta “Hamzaoğlu mu Kartal mı önce kovulacak?” diye papatya falı açarken; kovulacaklardan Hamzaoğlu hem de iki kupalı ŞAMPİYON olarak sezonu kapattı…
28 hafta bu yaygarayı yapan yüzsüz düzen elemanları 34. Hafta sonunda Hamza Hamzaoğlu’na methiyeler düzerken; şampiyonluğu kaçıran tarafa ise beceriksiz muamelesi yapıp “Hakemi de yeneceksin, rakibi de!” ikiyüzlülüğünü kimseye bırakmadılar.
Nedense kimse oyunun adil oynanmasını sağlamakla görevli kişi ve kurumların neden görevlerini yapmadığını sorgulamadı çünkü egemen güçler sonuçtan fazlasıyla memnundu…
***
Bakın Türkiye tarihine kara bir leke olarak geçmiş Madımak katliamı hükümlülerinden birisi afla salıveriliyor ve Türkiye medyasının merkez ve sağının tamamı bir özgürlük kahramanı serbest kalmışcasına sevinçle karşılıyor.
Dedeleri özgürlüğe kavuşmuşken neden yattığı ise haberlerin hemen hiçbir satır arasında geçmiyordu sanırsınız çekirdek çitlerken müebbet yemiş. Dedelerinden de katliama ilişkin –madem olayla ilgisi yok- kınayan tek bir açıklama dahi gelmemişken.
Planlayanlar mutlu, alet olanlar da pişman değil!..
Tabii ki savunma da hazır “Efendim daha önce de filanca teröristleri affetmişti!”
Bu karardan toplumun bir kesimi rahatsız olmuş olmamış kimin umurunda; açılım maçılım hepsi hikayeydi demek ki?
Bir başka davada da Ali İsmail Korkmaz’ın ölümüne sebep olan polis davaya mağdur olarak dahil edilirken kimse şaşırmadı. Neden?
Devlet oturmayınca bunlar normal, öbürü kendi teröristini serbest bırakıyorsa biz de kendi teröristimizi serbest bırakırız… Çünkü bu devlet hiçbir zaman 82 milyonun devleti ol(a)madı hep birilerinin oldu.
Öyle olunca da devleti ele geçiren diğerlerine istediği her şeyi yapmayı mübah görüyor.
H H H
Neyse biz tehlikesiz sulara dönelim, 2006’da İtalya’da Juventus güya fırtına gibi esiyor, bizler de ekran başında maçları izliyorduk ama izlerken bu kadar da olmaz ki dediğimiz bir sürü saçmalık sergileniyordu. Juventus ne kadar kötü olursa olsun maçları bir şekilde kazanıyordu. Hatta bazen bizde geçen sezon son 4-5 haftalık periyodundaki ince ve açık dokunuşlardaki gibi aleni müdahalelerle maçlar istenen skorlarla bitiriliyordu.
Orası beğenmediğimiz İtalya olduğu için bir süre sonra işin foyası çıktı. Juventus’un iki şampiyonluğu elinden alındı ve kümeye postalanırken birçok isme ve kulübe de ceza yağdı.
Bizde ise bu işin cezası sadece iki hakemin sözleşmesi yırtılarak çözüldü. Çözdük de ne oldu, çarpıklıklarımız bitti mi?
Güya Avrupa’daki yüz akımız bir hakemin yönettiği, VAR’a rağmen rakibinin en az iki penaltısının es geçildiği, kırmızı kartların unutulduğu maçtan sonra Ali Koç ne demişti; “Şans da biraz yanımızda olursa, maçlar da bu şekilde iyi yönetilirse Fenerbahçe’nin önünün açık olduğunu düşünüyoruz.”