DEVA Partisi Kadın Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Elif Esen’in şu sözlerine dikkatinizi çekmek isterim:
‘TÜİK- Türkiye Çocuk Araştırması 2022 Raporu’nda çocuklarımızın temel gereksinimleri olan gıdaya yeterince ulaşamadıkları net bir şekilde görülüyor. 6 ay - 17 yaş aralığındaki çocukların her gün tükettiklerini belirttikleri yiyecekler arasında en yüksek oran, yüzde 62,4 ile ekmek ve makarna gibi yiyecekler yani her 10 çocuktan 6’sı. Her 100 çocuktan 12’si et, tavuk veya balığı; 2 çocuktan 1’i peynir ve yoğurdu her gün tüketebiliyor. Çocukların fiziksel ve zihinsel gelişimi, büyümeleri için gerekli vitamin, mineral ve proteinlerden yoksun kaldığı bir tabloyla karşı karşıyayız.”
Esen’in ‘Çocukların fiziksel ve zihinsel gelişimi, büyümeleri için gerekli vitamin, mineral ve proteinlerden yoksun kaldığı bir tabloyla karşı karşıyayız’ cümlesi nefes almamı zorlaştırdı.
Evlatlarımızın % 62,4’ü çoğunlukla ekmek, makarna gibi yiyeceklerle besleniyor.
Bunun üzerine ne söylenebilir?
Böyle bir tablo üzerine gerçekten de kalem nasıl oynatılabilir?
Sabahtan akşama ekranlarda ‘Türkiye Yüzyılı’ haberlerini izliyoruz.
Hatta bir ara Türkiye Yüzyılı söylemi, dijital ekranlı kamyonetlerin üzerinde, New York caddelerinde de boy gösterdi.
Böyle bir reklam elbette yapılabilir ama evlatlarımızın çoğunluğunun ‘makarna, ekmek’ yediği bir vaziyette bu yapılan reklamın altının boş olduğunu da söylemeden olmaz sanırım.
Maalesef enflasyon, işsizlik, cari açık, borçlar, eksi rezervler şöyle oldu, ihracat böyle oldu gibi teknik cümlelerin kötü de olsa etkisi bir süre sonra geçiyor gibi.
Ama enflasyonun, eksi rezervlerin hayatlarımıza etkisini anlatmak öyle kolay olmuyor.
Bu konuların teknik olarak anlatılması da kolay değil ama hayat pahalılığı sebebiyle evlatlarımız et, balık, tavuk yeterince yiyemiyor demek tek kelimeyle ‘zor’.
Sanki hanelerde çaresizlikle baş başa kalan yüreklerin acısı yakıyor her yanımızı.
Sanki bu ‘zor’u yazarken nefes almamız yavaşlıyor.
******
Jeopolitik gerginliklerin arttığı, güvenlikçi yaklaşımın gittikçe zemin kazandığı, teknolojiyle ilgili gelişmelerin çok hızlandığı, enerji güvenliğinin ön plana çıktığı ve daha birçok yeniliğin yaşandığı böylesi önemli bir dönemeçte ‘Türkiye Yüzyılı’ vizyonunun belirtilmesinin önemli olduğu düşüncesindeyim.
Öte yandan asıl önemli olan da bu vizyonun altının doldurulmasıdır.
MoneyWeek Dergisi’nde (22 Eylül 2023) yayımlanan bir makaleden küçük bir bölüm belirtmek isterim:
Makalede bir zamanlar Almanya'nın en iyi müşterileri olan Çin endüstrilerinin birdenbire "saldırgan rakipler" haline geldiği ve Alman modellerinin çok ilerisinde olan Çin elektrikli araçlarının rekabeti konusunda Berlin'de bir panik havasının yaşandığı belirtiliyor.
Ve Almanya’nın Avrupa’nın hasta adamı olmayabilir ama ‘yavaş adamı’ haline geldiğinin özellikle altı çiziliyor. Hatta Avrupa’nın güç merkezi rolünün git gide Fransa’ya doğru kaydığı belirtiliyor.
Bunlar önemli gelişmeler…
Tam da bu noktada, Aralık 2020’de yazdığım yazıda araştırma geliştirmenin, inovasyonun öneminden bahsetmiştim.
Ve “Singularity Üniversitesi'nin kurucu ortağı Peter Diamandis’ın “Şimdi yıkıcı bir şekilde inovasyon yapmıyorsanız, işiniz bitebilir.” sözüne dikkat çekmiştim.
Yazıdan şu bölümü de belirtmek isterim:
“Almanya’nın önde gelen 30 şirket değeri toplamı, bir büyük teknoloji firması etmeyebiliyor.” Aslında bu cümle, teknoloji alanında yaşanan çarpıcı değişimi de çok açık bir şekilde ortaya koyuyor.”
(Yazıya buradan ulaşabilirsiniz: https://www.karar.com/yazarlar/semra-alkan/simdi-yikici-bir-sekilde-inovasyon-yapmiyorsaniz-isiniz-bitebilir-1588011)
Buradan hareketle; Türkiye Yüzyılı vizyonunun belirtilmesi elbette önemlidir. Ama bir taraftan da bu vizyonun altının hızlı bir şekilde doldurulması gerekiyor.
Bunun için de katma değerli üretim, sanayi üretimi gibi alanlara özellikle odaklanılması gerekiyor.
Girişimcilere, yazılımcılara gereken kolaylıkların sağlanması, önlerinin açılması ve bu süreçte araştırma geliştirmenin ‘hayati’ olduğunun fark edilmesi gerekiyor.
Yurtdışına giden yazılımcılarımızın, mühendislerimizin, doktorlarımızın vs. geri dönmeleri için gerekli ortamın ivedilikle tesis edilmesi gerekiyor.
Ve tüm siyasetçilerin (iktidar, muhalefet) önemli bir dönemeçte olduğumuzu fark etmeleri gerekiyor.
Son olarak, yapay zekâ üzerine çalışan bir arkadaşımın söylediği şu söz geldi aklıma…
“Biz treni çoktan kaçırdık”
Öyle mi gerçekten?