21. yüzyılın en yıkıcı konularından biri şüphesiz göçtür. Göç, kısaca, insanların bir yerden başka bir yere yer değiştirme hareketi olarak tanımlanabilir. Bir taraftan da göç kavramı yeni bir kavram değildir. İnsanlık tarihinin bir hakikatidir, bazen de bir zorunluluğudur.
Ülkemiz istikrarsızlığın yaşandığı Orta Doğu ve Asya ülkelerine yakınlığı ve gelişmiş batılı ülkelere geçiş noktasında olması sebebiyle, genel olarak göç hareketlerinin merkezinde bulunuyor denilebilir. Dolayısıyla, göç konusu bizim için de yeni bir konu değildir. Bu noktada son yıllarda etkisini her yönüyle hissettiğimiz 2011’de iç savaş sebebiyle Suriye’den kaynaklanan göç hareketinin ülkemize sosyal, ekonomik, siyasi ve hukuki sorunlar olarak yansımaları olmuştur ve bu sorunların şiddeti artarak devam etmektedir.
Ayrıca bu göç hareketinin kısa sürede beklenenin çok üzerinde sayılara ulaşması ve buna diğer ülkelerden gelenlerin de eklenmesiyle birlikte göç hareketinin ülkemiz açısından kaldırılması mümkün olmayan bir noktaya geldiği belirtilebilir. Gelinen bu süreçte tam rakamı bilmemekle birlikte toplamda 10 milyon ve hatta daha da fazla sığınmacıdan bahsediliyor. Bu çok büyük bir rakam…
Telaffuz edilen rakamların bu şekilde devasa rakamlara ulaşması, bu konunun ne kadar yakıcı etkilerinin olduğunu ve olacağını göstermektedir.
Ki bu vaziyetin etkileri her yönüyle sahada da hissedilmektedir.
Türkiye’de toplam doğurganlık hızı kayıtlara geçen en düşük seviyeye gerilemişken bir taraftan da sığınmacı sayısının hızla artması da büyük bir tehdit olarak belirtilebilir. Açıkçası SWOT analizi yapılsa hızla söyleyeceğim şudur: Tehditler arasında doğurganlık hızı hızla gerilerken sığınmacı sayısının kontrolsüz bir şekilde artması ve zayıf yanlar arasında da ekonominin kırılgan olması.
Kayseri ve sonrasında bazı şehirlerimizde yaşanan olaylardan hemen sonra bu konuyla ilgili önce İstanbul sonrasında da Ankara’da birçok kişiyle görüştüm.
Genelde söylenen cümle şuydu: “Biz bize artık yetemiyoruz. Ekonominin hali ortada... Misafirliğin de bir süresi olmalı.”
Elbette buradaki kritik kelime ‘ekonomi’… Bir anlamda ekonomideki olumsuz gidişatın kitleleri ciddi şekilde zorlaması…
Nitekim birçok ülkede göçmen karşıtlığının altında yatan en önemli sebeplerden biri de ekonomide yaşanan sıkıntılar olarak belirtilebilir. Buna son dönemde dünya genelinde yaşanan belirsizlikler de eklenebilir.
Öte yandan kalabalıkların kızdığı konulardan bir diğeri de kendi ifadeleriyle ‘göç ve göçmen politikasının’ olmaması. Rakamların bu denli kontrolsüz bir şekilde yükselmesi ve buna dair herhangi bir çözümün bugüne kadar üretilmemesi sahada en çok şikâyet edilen konuların başında geliyor. Bununla birlikte göç alanında uzmanların, akademisyenlerin pek dikkate alınmadığı da söylenebilir.
Ayrıca sahada Suriyelilerin birçok imtiyaza sahip olduğu düşüncesi hâkim. Vergiden muaf olmaktan tutun da sağlığın ya da birçok hizmetin ücretsiz olduğu belirtiliyor. Söylenen genelde şu: “Biz bunca sıkıntıyla boğuşurken onlar rahat yaşıyor deniyor.”
Gördüğüm kadarıyla bu meseleyle ilgili bir iletişim politikasının da olmadığı söylenebilir. Örneğin Dezenformasyonla Mücadele Merkezi, bir televizyon programında öne sürülen, Suriyelilere vergi muafiyeti olduğu ve KDV ile Emlak Vergisi vermediklerine ilişkin iddianın doğru olmadığını duyurdu. Yalnız sahada bu bilgiyi bilene rastlamadım. Tam tersi sahada sığınmacıların birçok ayrıcalığa sahip olduğu düşünülüyor. Dolayısıyla iletişim alanında ciddi sorunlar olduğu söylenebilir.
Oysaki böylesi önemli bir meselede toplumdaki olumsuz duyguların daha da yükselmemesi iletişimin iyi yönetilmesine bağlıdır. Bununla birlikte siyasetçilerin, kitleler üzerinde etkili olanların da daha sorumlu davranması, bir anlamda yangına körükle gitmemesi esastır.
Diğer taraftan şu bir gerçek ki Suriyelilerin ülkelerine geri dönmesi için tüm koşulların uygun hale getirilmesi gerekiyor. En başta da can güvenliklerinin sağlanması gerekiyor. Yani sadece eleştirmekle değil böylesi çetrefil bir meselede çözüm yollarının ortaya konması gerekiyor. Açıkçası bu koşulların oluşmasında Türkiye ile Suriye arasında yapılacak uzlaşmanın önemli olduğu söylenebilir. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Esad’ın görüşecek olması çok önemlidir ve olumludur. Yalnız bölge gerçeklerini de unutmamak gerekiyor.
Hâlihazırda Fırat’ın batısında Rusya, doğusunda Amerika varken, bir tarafta da İran milisleri Suriye’de varlığını gösterirken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Esad ile görüşmesi tüm sorunların çözümüne olanak sağlar mı?
Öte yandan Suriye’de cirit atan terör örgütlerini ve diğer ülkelerin istihbarat kuruluşlarını da unutmamak gerekiyor. Tam da bu noktada Fırat’ın doğusundaki PYD/YPG yapılanmasının bizim için ne büyük bir tehdit olduğunu da belirtmek isterim.
Özetle çok sıkıntılı bir bölgeden, birbirine göbek bağıyla bağlı birçok faktörden bahsediyoruz. Ve bu bölge hemen yanı başımızda…
Dolayısıyla sorunların akşamdan sabaha çözülmeyeceği bir gerçek… Bu denli tehdidin olduğu bir alanda hızlı bir çözümün çıkması pek kolay görünmüyor doğrusu.
Bu bağlamda bu önemli meseleye gerçekçi yaklaşılmasının, buna göre yol haritasının oluşturulmasının ve toplumun her aşamada bilgilendirilmesinin önemli olduğu düşüncesindeyim.
Dolayısıyla romantik, içi boş cümlelerden ziyade çözüme odaklanmak gerekiyor. Tam da bu noktada muhalefete de büyük görevler düştüğü düşüncesindeyim.
Diğer taraftan önemli konulardan biri de sığınmacı meselesine insani boyutuyla, insan hakları zaviyesinden bakarak gereken hassasiyetin gösterilmesidir. Bir anlamda her türlü ırkçı söylemlerin karşısında durmak gerekiyor. Kayseri olaylarında da görüldüğü üzere herhangi küçük bir kıvılcım hızla büyük bir ateşe dönüşebilme potansiyeline sahip. Olaylardan hemen sonra sahaya indiğim için şunu söyleyebilirim: Bu meseleyle ilgili herkesin diline dikkat etmesi gerektiği düşüncesindeyim. Zira duygular hemen köpürebilecek potansiyele sahip.
Bir de bu konuya tek taraflı bakmamak gerekiyor. Bu meseleye hassas bir biçimde elbette öncelikle insani boyutuyla bakmak gerekiyor. Irkçı söylemlere izin vermemek gerekiyor. Yalnız vatandaşın da bu meseleyle ilgili rahatsızlığını görmek gerekiyor. Ve buna göre çözüm yollarının açılması gerekiyor.
Dolayısıyla en başta sorumlu davranmak gerekiyor. Yalnız sorun yokmuş gibi de davranmamak gerekiyor. Sorun var hem de büyük bir sorun var.