Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan’ı ziyareti sonrasında yaptığı açıklamada; Türkiye'de “kutuplaşma” ve “atomizasyon” olmak üzere iki büyük tehlike gördüğünü belirtti. En başından itibaren mümkünse aynı hassasiyetleri taşıyan, benzer düşüncelere sahip partilerin bazılarının birleşmesi, değilse en azından Mecliste “güçlü bir üçüncü blok” oluşturması düşüncesinde olduklarını bildirdi.
Açıkçası AK Parti ve CHP mecburiyetinden sıkılanlar, bir anlamda bu partilerin kendilerine herhangi bir çözüm üretmediğini düşünenler için benzer düşüncelere sahip küçük partilerin birleşmesinin olumlu olabileceği söylenebilir.
Nitekim açıklanan çoğu araştırmada kararsızlardaki yığılmanın sebebi de çoğunlukla bu olabilir. Evet, şu an yakın bir zamanda seçim yok. O yüzden kararsızlarda bir artış olabilir. Yalnız rakamların bu denli yüksek olması biraz da çözümsüzlükten, hatta çaresiz kalmaktan kaynaklanıyor olabilir.
Son dönemde CHP’nin ‘hizipleşme’ gibi eski hastalıklarının nüksetme belirtileri, AK Parti’nin ise ‘çözümsüzlükte diretmesi’ gibi sorunlarla birlikte kitleler deyim yerindeyse harap ve bitap düşmüş vaziyette…
Aslında şu an merkezde hikâyesi olan lideriyle, kadrosuyla, programıyla sağlam bir parti ortaya çıksa fırtınalar estirir ama nerede…
Diğer taraftan son günlerde çoğunlukla CHP’nin iç meselelerinin tartışılması yerine hükümetin yanlışlarının, eksikliklerinin tartışılmasının, dikkatlerin bu tarafa doğru kaydırılmasının daha anlamlı olabileceği belirtilebilir.
Ana muhalefet partisi olarak konumu gereği CHP elbette önemli bir parti. Yalnız adalet, ekonomi başta olmak üzere kangrene dönüşmüş bunca sıkıntıda CHP’nin sorumluluğu önceki dönemlere göre çok daha artmış vaziyette. Kitlelerin kendilerini özgür hissetmeleri için, en basitinden nefes almaları için CHP’nin atacağı adımların önemli olduğu ortada. Dolayısıyla beklentimiz iç meselelerin hızlıca sonlandırılıp toplumun ihtiyaçlarının duyulmasıdır.
Ayrıca Ekrem İmamoğlu’nun son günlerde tartışmalardan sıyrılıp İstanbullulara hizmet nezdinde performansının olumlu anlamda dikkat çektiğini belirtmek isterim. Bir taraftan da İmamoğlu halkla kolektif empati kurabilen bir aktör. Dolayısıyla taban siyasetini öncelemesi demek önümüzdeki dönem seçimlerinin güçlü adaylarından biri olması anlamına gelebilir. Burada tabii hemen Ahmak davası meselesi karşımıza çıkıyor. Yalnız kitlelerin gönül kapılarını açabilmiş bir aktöre böylesi siyasi bir davanın ters tepebileceğini belirtmeden olmaz sanırım.
Konumuza dönecek olursak…
Hâlihazırdaki küçük partilerin birleşmesinin bir anlamda Yeniden Refah Partisi ile Saadet Partisi’nin birleşmesinin olumlu sonuç verebileceği düşüncesindeyim.
Önceki yazılarda Saadet Partisi’nin iki büyük toplantısına katıldığımı belirtmiştim. Bu toplantılarda ekipleri, partinin işleyişini yakından gözlemleme fırsatı yakalamıştım. Ve şunu demiştim:
“Herhangi bir kuruma toplantıya gittiğinizde sizi ilk karşılayan güvenlik personelinde, girişteki personelde, yukarı katlara çıktıkça, yöneticilerle görüştükçe kurumun geneline yansıyan bir ahenk hissediliyorsa, bu kurumda olumlu anlamda bir ‘kurum kültürünün’ varlığından söz edilebilir. Saadet Partisi’nden kiminle konuşsam bu duyguya kapıldım. Değerlerin içselleştirilmiş olduğunu gördüm.”
Yani partide kurumsallaşma süreçlerinin olumlu anlamda içselleştirildiği söylenebilir. Diğer taraftan Altılı Masa tecrübesinin olumsuz etkisi gibi bazı sebepler dolayısıyla partinin potansiyelinin beklenenden daha düşük olduğu belirtilebilir.
Yeniden Refah Partisi ise beklenenin ötesinde hızlı büyümesiyle, Fatih Erbakan gibi genç bir genel başkanıyla dikkatleri üzerine çeken bir parti. Açıkçası burada ilk başta agresif bir büyüme gördük yalnız bu büyümenin en önemli motivasyonu seçimlere Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yani kazanan tarafın yanında girmekti. Ayrıca Fatih Erbakan’ın genel başkanlık performansını da olumlu bulduğumu belirtmek isterim.
İlk başta ne söyledik? Erbakan soyadı dolayısıyla belirli bir potansiyeli belki yakalayabilir. Ama onun üzeri zor gibi diye belirttik.
Günün sonunda öyle olmadı. Beklenenin üzerine çıkabildi. Burada Erbakan’ın genel başkanlık performansının da etkili olduğu belirtilebilir. Öte yandan Fatih Erbakan’ın babası Necmettin Erbakan gibi büyük bir mücadelenin içinden gelmediği söylenebilir. Daha rahat koşullarla bugüne geldiği söylenebilir. Yalnız buna rağmen hedef kitlesine sesini rahatlıkla duyurabildi. Muhalefet ederken de hedef kitlesinin dikkatini çekecek iyi argümanlar ortaya koyabildi. Ve en önemlisi de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı direkt karşısına almadan ekonomiyi ya da diğer konuları eleştirdi. Ve parti etrafında belirli bir potansiyel oluştu.
Bu olumlu özelliklerle birlikte partinin kurumsallaşma süreçlerinin içselleştirildiği söylenemez. Yerel seçimler sonrasında partiden istifalarda bunun somut örneği olarak belirtilebilir. Ayrıca son günlerde Erbakan’ın o eski dikkat çekici muhalefet performansı pek kalmadı gibi. Sesini eskisi gibi duymuyoruz.
İşin özü bir tarafta daha kurumsal yapıda bir parti diğer tarafta da genç lideri olan, hedef kitlesine sesini direkt duyurabilen, daha dinamik, büyüme potansiyeli olan bir parti. Ve ikisi de benzer düşüncelere sahip partiler. Dolayısıyla bu iki partinin birleşmesi olumlu sonuç doğurabilir.
Bakalım bu partilerden böyle bir adım gelecek mi?
******
Ararım beni…
Ey can isyanım var el gibi duymaz karşıki dağlar beni
Dinler canın içinde ah ne edem göremem beni
Ey acı kaçarım avare gibi bulmaz çağlayan nehirler beni
Bağırır candan özgürce ah ne edem bulamam beni
Ey ay tutuldum nefes gibi görmez gelinçiçekleri beni
Kalpten konuşur ah ne edem duyamam beni
Ey güneş bölündüm divane gibi anlamaz yıldızlar beni
Bekler çiçek açmayı ah ne edem bırakamam beni
Ey aşk kül oldum bittim bilmez kurtlar kuşlar beni
Gitmez bekler can koca âlemde ah ne edem ararım beni…