Maalesef alevli, geceden de kara, can yakıcı bir yazı yavaş yavaş ardımızda bırakırken siyasetin dar sokakları da iyiden iyiye hareketlenmeye başladı.
Muhalefet liderleri birbirinin peşi sıra açıklamalar yapıyor.
Özellikle neyle ilgili?
Tabii ki vatandaşın canına tak eden, adalet, özgürlükler gibi temel konularda yaşanan mağduriyetler ve yoksulluk, hayat pahalılığı, işsizlik gibi çok derin meselelerle ilgili…
Özellikle son günlerde görüyoruz ki, muhalefet liderleri sahaya inmiş vaziyette…
İl il geziyorlar, vatandaşın derdini dinliyorlar, vatandaşın tasasına ortak olmaya çalışıyorlar, aslında bir anlamda sessiz yığınların sesi olmaya çalışıyorlar.
Bu noktada, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in sessiz yığınların sesi olma konusundaki gayreti özellikle dikkat çekicidir.
Ki böylelikle suni gündemlerle, özellikle kimlik siyasetiyle her ne kadar acı gerçeklerin üstüne kapatılmaya çalışılsa da, sumen altı edilmeye çalışılsa da sahadaki kara tablo bir bir gün yüzüne çıkıyor.
Gerçeklerin elbet bir gün ortaya çıkacağı gibi…
Şimdi buraya kadar olan gelişmeler siyasetin dar sokaklarını çok çok hareketlendirecek bir durum değil… Asıl hareketlendirecek olan tabii ki ittifaklar konusu…
Hep sorulan ittifaklar nasıl şekillenecek meselesi…
Gördüğüm kadarıyla şu ana kadar muhalefet partileri bu konuda elini tam olarak açmış değil… Sanki bekle gör politikası bir anlamda zaman kazanma politikası izleniyor gibi…
Liderlere ittifak meselesi sorulduğunda genel olarak şöyle cevaplar geliyor. Tabii ki görüşürüz, fikir alışverişinde bulunuruz, belli konularda birlikte çalışırız elbette… Sanki biraz peşrev çekiyorlar gibi…
Gelmekte olana öncesinden hazırlık, belki de stratejilerin ortaya konması için zaman kazanma politikası olarak da belirtilebilir bu durum…
Tam da şimdi bir parantez açmak isterim: “Stratejik yönetim, yöneticiye uzun vadeli düşünme ve görme ufku kazandırır.”
Bir anlamda liderlerde bu süreçte stratejik yönetim yaklaşımını uygulamaya çalışıyor denilebilir.
Peki, “peşrev çekme dönemi” ne zamana kadar devam edecek?
Bu soruyu bir de şöyle soralım: Asıl eller ne zaman açılacak? Ya da şöyle soralım: Masaya ne zaman oturacaklar?
Cevap basit. Kendilerini en güçlü hissettikleri anda oturacaklar. Ki masadan da güçlü ayrılabilmek için…
Ki şu an liderler kendilerini tam olarak güçlü hissetmiyor düşüncesindeyim. Masaya oturmak için hazırlıkların tam olarak netleşmediği de görünüyor.
Aslında partilerin hem kendi iç hazırlıklarını hem de rakip analizlerini tam olarak olgunlaştırmadıkları da gün gibi ortada… Bir de ana rakip Cumhur ittifakının da elini tam olarak açmaması bu peşrev çekme döneminin bir süre daha devam edeceğini işaret ediyor.
Kritik önemli konulardan biri de her ne kadar birçok inişler çıkışlar yaşansa da 19 yıldır siyaseti bir şekilde belirleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan faktörünü de unutmamak gerekiyor.
Yani muhalefet partileri rakip analizlerini hem kendi aralarında hem de Erdoğan faktörüne göre yapacaktır. Dolayısıyla liderlerin yol haritasının en başat meselesi ittifaklar nasıl şekillenecek sorusuna cevap bulmak olacaktır.
İkinci konu da “liderlik” meselesidir. Yani millet ittifakı liderinin kim olacağıdır. Bu konuyu da şu açıdan tartışmaya açmak isterim.
Bazı soruları ortaya atmadan önce bu 19 yıllık süreçte ve aslında evvelinde de ülkemizde liderlik kavramının ne denli önemli olduğunu belirtmeden olmaz sanırım.
Şimdi şu anda sahada seçmenin en merak ettiği hepimizin de konuştuğu temel meselelerin nasıl çözüleceği ile ilgilidir.
Çözüm yolları ortaya konmaya başladıktan sonraki evrede şu olacaktır:
Peki, tamam, o çözüm, bu çözüm… Hepsi iyi, ama bunu kim yapacak, kim yönetecek? Aslında lider kim olacak, bizi bu cendereden kim çıkaracak sorusudur.
İşte burada da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 19 yıllık serüveni akla geliyor. Başarılı bulun, bulmayın ve fakat 19 yıldır devam eden bir liderlik hikâyesiyle karşı karşıyayız. Ve bu tarza da alışan bir kolektif hafızada oluştu desem nasıl olur?
Ki kararsızlardaki tutunanların henüz bir yere yol almamaları başka nasıl açıklanır?
Buradan şuraya geleceğim:
Hep konuşuyoruz ya Z kuşağı… Z kuşağı şöyle, Z kuşağı böyle… Bazen de Z kuşağı ile ilgili temennilerimizi de belirtiyoruz. Ki bu temennilerle de mutlu da oluyoruz. Zira çok basınçlı bir dönemden de geçtiğimiz aşikâr…
Şimdi, Z kuşağı dediğimiz gençlerde bizler gibi kabaca bu 19 yıllık sürece şahit oldu. Dolayısıyla bu süreçteki kolektif hafızanın içinde yoğruldu denilebilir. O zaman Z kuşağı nasıl bir lider görmek istiyor sorusunu sorarken sadece teknolojiyi seven, vizyoner lider ya da buna benzer özellikler taşıyan lider kimliği yetmiyor olabilir. Evet, Z kuşağı bu süreçte teknolojiyle yoğruldu. Ama bu sadece faktörlerden bir tanesi… Sosyologlar ya da bu konuda çalışan araştırmacılar ne düşünüyor merak ediyorum doğrusu… Yani Z kuşağının oyları çantada keklik olamayabilir.
Diğer bir konuda şimdiye kadar Erdoğan’ın karşısında şu lider olmaz, bu lider olmaz, çünkü ile başlayan cümleleri çok duyduk. Evet, şu andaki hükümet çok ciddi yara almış vaziyette… Özgürlükler, hukuk, adalet, ekonomi gibi konular başta olmak üzere birçok konuda ciddi yaralar aldılar.
Gelinen bu noktada, asıl sorulacak soru şudur:
Erdoğan bu zorlu dönemeci geçebilir mi ya da nasıl geçmeyi hedefliyor? Ve bu süreçte rakiplerini zayıflatmak için, alaşağı etmek için nasıl hamleler yapacak?
Muhalefet liderleri de bu hamlelere sadece savunmada kalarak mı karşılık verecek?
En önemlisi de oyunu kim kuracak?
Evet, başından beri gelmek istediğim nokta budur aslında…
“Oyunu kim kuracak?”
Oyunu Erdoğan kurarsa, şimdiden geçmiş olsun.
***
Nasıl ki Kasımda aşk bir başka ise, bu sonbaharda da siyaset bir başka olacak! Zira Türkiye siyasetinde kartlar yeniden karılıyor.
***
DİŞİNİ TIRNAĞINA TAKAN GAZETECİLER
Duydum ki ‘dişini tırnağına takan gazeteciler’ ödüllere boğulmuş
Peki, ümitleri devrilen, tenhada sıkıştırılan, bir kenara atılan gazeteciler ne olacak?
Ya ekmeğinin peşinde bir ömrü heba olanlar, yürekleri kor gibi yananlar ne yapacak?
Zindanlarda maviye hasret kalanları, gençliğinden cayanları hiç sormuyorum bile…
Esas perişanlıkla, fukaralıkla hemhal olan suskunları kim duyacak?
Ve yine yeniden geldik de muradımıza eremeden mi gideceğiz diye sorasım var!