Finacial Times Gazetesi’nde dün yayımlanan “yasa dışı göç” ile ilgili haber dikkatimi çekti doğrusu… Haberde Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz, yasa dışı göçmenlerin Avusturya için iklim değişikliği kadar tehdit oluşturduğunu ifade ediyor.
Zira yasa dışı göçe karşı savaşılmazsa Avrupa’nın beş, on veya yirmi yıl içinde aynı olmayacağını belirtiyor. Ve bu konuda acilen önlemlerin alınması gerektiğini özellikle vurguluyor.
Bu haberi okuyunca bizim on yıl ya da yirmi yıl sonraki halimizi düşünmeden edemedim…
On yıl ya da yirmi yıl sonra nasıl bir Türkiye bizi bekliyor?
Ülkemizde hâlihazırda 5 milyonun biraz üzerinde yabancı bulunuyor. Tabii bu rakama her an eklenecek yabancı sayısı riski de yer alıyor.
Diğer taraftan, İdlip’den Türkiye sınırına doğru başlayan yeni göç hareketiyle birlikte, bulunduğumuz coğrafya sebebiyle ülkemizin göçmenler için geçiş ülkesi konumunun yanı sıra bir hedef ülke haline de geldiğini unutmamak gerekiyor.
Dolayısıyla “göç meselesi”, 21. yüzyılın en yakıcı konusu olarak ifade edilebilir. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından en hızlı evresini yaşayan, özellikle Suriye’den kaynaklı bu göç hareketinin ülkemize sosyal, ekonomik, siyasi ve hukuki sorunlar olarak yansımaları olmuştur ve bu sorunların şiddeti artarak devam ediyor.
Buna karşın, dünya genelinde göçmen karşıtlığının da arttığı gözlemleniyor maalesef…
*****
Kanal İstanbul üzerine
Bugüne kadar “Kanal İstanbul” ile ilgili olumlu ya da olumsuz birçok yorum yapıldı. Bu konu hakkında öncelikle konuyla ilgili uzmanların ne söylediğinin önemli olduğu düşüncesindeyim. Zira geçen hafta İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından Kanal İstanbul Çalıştayı düzenlendi. Çalıştayda çok sayıda bilim insanı tarafından projeye ilişkin olumlu ve olumsuz görüşler tartışıldı.
Tam da bu noktada, çalıştaya katılan uzmanların projeye neden karşı olduklarını ifade eden bazı çarpıcı cümleleri aşağıda aynen aktarıyorum:
“Kanal İstanbul bir eko kırım projesidir.”
“İstanbul’un nefes alacağı, kalan son arazilerde kanal projesiyle tamamen yok olacak.”
“Kanalın çevresel etki değerlendirmesinin kesinlikle iklim değişikliği, kuraklık, çölleşme, atmosfer, hava, iklim konusunda sınıfta kaldığını söyleyebilirim.”
“Burada sadece 25 metredeki Karadeniz suyu çok hızlı bir şekilde Marmara’ya giriş yapacak. Karadeniz belki de ötrefik hale gelecek. O zaman hidrojen sülfür zehirlenmesi hatta kendimizi de zehirleyebiliriz.”
“Devletin 75 milyar lira parası var ise, öncelikle İstanbul’un deprem risklerini, kayıplarını azaltmak için kullanması lazım.”
“Bu bir su kaybı, bir biyoçeşitlilik kaybı, bir habitat kaybı olarak görülebilir.”
Diğer taraftan, Kanal İstanbul ile ilgili İstanbulluların ne düşündüğünü de merak ettim açıkçası. Tamamen tesadüfi olarak yüz yüze 15 kişi ile görüştüm. Görüştüğüm kişiler 18-55 yaş aralığındaydı. Ana sorum Kanal İstanbul Projesi’nin yapılmasının istenip istenmediği ile ilgiliydi. Bu küçük sorgulamanın sonucunda, katılımcıların projenin yapılmasını istemedikleri ortaya çıktı.
Bu sonuç ile birlikte, katılımcılar bazı yorumlarını da aktarmamı rica ettiler. Aynen aktarıyorum;
Bu projeye harcanması planlanan paranın özellikle üretim alanında projelerin hayata geçirilmesinde kullanılması istendi.
Böylelikle gençler, özellikle iş bulmalarının kolaylaşacağını belirtti.
Bir de bu paranın özellikle depreme karşı alınacak önlemler için kullanılmasının önemli olduğu vurgulandı.
Tüm bu yorumlar akabinde Kanal İstanbul üzerine söyleyecek sözüm;
Biz İstanbul’a gönlümüzü verdik…
Güzeli sevmemiz emek ister… Seni sevmemiz emek ister…
Yeşilin hep yeşil, maviliğin hep mavi kalsın…
İstanbul…
*****
Bu köşeden iyi olan, güzel olan gelişmeleri yazmaya devam ediyorum.
Zira A Milli Kadın Voleybol Takımı, 2020 Tokyo Olimpiyat Oyunları Avrupa Elemeleri finalinde Almanya'yı 3-0 yenerek, olimpiyatlara katılmaya hak kazandı. A Milli Kadın Voleybol Takımı’nı yürekten tebrik ediyorum.