Cumartesi günü İstanbul Lütfü Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı'nda gerçekleştirilen CHP’nin “İkinci Yüzyıla Çağrı” toplantısına katıldım. Programın detaylarına biraz sonra geleceğim ve fakat yazıya son da söyleyeceğimi başta söyleyerek başlamak isterim.
Toplantı süresince CHP teşkilatını gözlemleme fırsatı buldum. Teşkilatı çok canlı gördüm, özellikle de gençleri… İktidarı isteyen ve hak, hukuk, adalet diyen bir teşkilat…
Kemal Kılıçdaroğlu, toplantının girişinde ve sonunda birer konuşma yaptı. Kılıçdaroğlu’nu canlı olarak ilk defa izledim. Konuşmasını etkili bulduğumu ve özellikle teşkilat üzerinde Kılıçdaroğlu’nun hâkimiyetinin güçlü bir şekilde hissedildiğini belirtmek isterim.
Ve program boyunca gördüğüm Kılıçdaroğlu, sanki adaymış gibi konuştu… Ben de açıkçası böyle bir intiba bıraktı. Öte yandan Canan Kaftancıoğlu’nun da teşkilat nezdinde etkisinin yüksek olduğu belirtilebilir.
Diğer taraftan Ekrem İmamoğlu da salondaydı. Hazır İmamoğlu’ndan konu açılmışken şunu belirteyim… Polemiklerden dolayı İmamoğlu’nun rüzgârı biraz cılızlaşmıştı ama tekrar son dönemde İmamoğlu’nun güç toplamaya başladığı ve çözümlerinin de dikkat çektiği belirtilebilir.
Adaylardan konu açılmışken Mansur Yavaş ile ilgili de birkaç kelam etmek isterim. Yavaş’ın performansını iyi bulduğumu önceki yazılarımda belirtmiştim. Yalnız o zaman sahada Kürt seçmenle görüşmelerimi henüz bitirmemiştim. Şimdi tamamladım ve şunu artık söyleyebilirim.
Bir önceki yazımda da belirttiğim üzere, Kürt seçmenle yapılan görüşmelerde konu dönüp dolaşıp Kürt meselesine geliyor.
Yazıdan küçük bir bölüm;
“Özellikle 90’lı yıllarda yaşananlardan örnekler veriliyor. Aslında bu örnekler konuşulurken yaşanan sıkıntılar da gün yüzüne çıkıyor. Yaraların hala geçmediği de görülüyor.”
Açıkçası şu ana kadar Yavaş’ın Kürt meselesi gibi netameli konularda konuştuğuna şahit olmadık, bu noktada sahadaki genel eğilimlere bakınca şu söylenebilir. Bu konuda yaraların kapanmadığı ve ufak bir kıvılcımla yaraların gün yüzüne çıkmasının an meselesi olduğu belirtilebilir. Dolayısıyla, Yavaş’ın aday olması durumunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da özellikle bu konuda güçlü bir propaganda yapacağı aşikâr… Velhasıl sahadaki detaylı görüşmeler sonucunda Yavaş’ın bu süreci yönetmesinin zor olacağı söylenebilir.
*****
Toplantıda Faik Öztrak, Selin Sayek Böke, Hacer Foggo, Jeremy Rifkin, Hakan Kara, Refet Gürkaynak, Ufuk Akçiğit ve Daron Acemoğlu birer sunum yaptı.
Tüm sunumlar elbette önemli… Zira Daron Hocanın sunumun hemen başında Türkiye’nin ana probleminin düşük kaliteli büyüme ve verimlilik problemi olduğunu belirtmesi dikkat çekiciydi.
Açıkçası, Daron Hoca tespitleriyle bir bakıma Türkiye’nin filmini çekti denilebilir.
1990’ların ortasında Türkiye’nin çoğunlukla tarımsal ürün ve düşük kaliteli ürünler ihraç ettiğini, sonrasında 90’lardan 2000’lerin ortasına doğru bir iyileşme görüldüğünü belirtti. Orta kaliteli ürünlerin payının bu dönemde hızlı bir şekilde arttığını, 2006’dan sonra bir duruluşun olduğunu ve bu süreçte Türkiye’nin düşük kaliteli büyümeye geri döndüğünü vurguladı.
Düşük kaliteli verimsiz büyümenin altında yatan en önemli sebep olarak da tıpkı insan kaynağında olduğu gibi Türkiye’nin kaynaklarının verimli kullanılmadığını ifade etti. Ve konuşmasında şu tespitleri yaptı:
Eğitim düzeyi ve eğitim kalitesinin çok kötü durumda olduğunu,
Gelir dağılımının üzüntü verici olduğunu,
Çok büyük bir kredi patlamasının yaşandığı,
Kurumlarda geriye gidişin ciddi şekilde yaşandığını,
İfade özgürlüğünde korkunç bir çöküş olduğunu,
Yoksullaşmanın derinleştiğini,
Dolayısıyla da çok negatif bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzu belirtti.
Öte yandan Acemoğlu, tüm bu olumsuz tabloya rağmen Türkiye’nin potansiyelinin çok yüksek olduğunun da altını çizdi.
Son olarak, Daron Hoca çözüm önerisini de şu şekilde belirtti. Çok önemli olduğu için aynen aktarıyorum:
“Kısa dönemde ekonominin makroekonomik olarak normalleşmesi, orta dönemde teknolojiye, bilime, eğitime yatırıp yapıp bir teknoloji stratejisiyle üretkenliği, verimliliği arttırmak ve bunları doğru bir kurumsal yapıya oturtmak.”
*
Gelinen bu noktada, tüm konuşmacıların tespitleri ve çözüm önerileri çok değerlidir… Açıkçası toplantıda anlatılanlar daha basit, yalın bir dille tabana aktarılırsa CHP için güçlü bir umut rüzgârı esebilir. Bununla birlikte, CHP ve Altılı Masa’daki diğer partiler ekonomiyle ilgili ortak bir program ortaya çıkardıklarında umut rüzgârı çarpan etkisiyle kitleleri tesiri altına alabilir.
*****
KISA KISA
Kılıçdaroğlu’nun şu cümlesi önemlidir…
“Bugün ülkenin kaderini değiştirme günüdür. Bunun çaresi mevcut tek adam gitsin başka bir tek adam gelsin değildir. Tek adam gitsin, yerine çalışan yeni bir sistem gelsin.”
*
En çok alkışı Kılıçdaroğlu’ndan sonra Selin Sayek Böke aldı. Böke’nin iyi bir hatip olduğunu söyleyebilirim. Böke’nin kamuoyu önünde daha fazla görünmesi CHP’nin söylemlerinin kitlelere etkili bir şekilde yayılmasını sağlayabilir.
*
Hacer Foggo’yu dinlerken iyi ki siyasete girmiş dedim. Foggo, güçlü sosyal devlet ile fırsat eşitliği döneminin başladığını belirtti. Ayrıca, yoksulluğun bu denli derin hissedildiği bir süreçte; işi bilen, canı yananlarla empati kurabilen Foggo’nun, ‘CHP iktidarında hiçbir çocuk yatağa aç girmeyecek’ cümlesi anlamlıydı.
*
Ufuk Akçiğit ‘in şu cümlesi çok düşündürücü…
‘Türkiye'de büyük firmalara verilen desteklerin %1'i orta büyüklükteki firmalara verilseydi, ekonomiye katkısı iki katına çıkacaktı. Türkiye'de desteklerin etki analizi yapılmadığı için faydası az oluyor.’
*
Son olarak, yaklaşık 7 ay önce “CHP’nin sesinin daha gür çıkmasını istiyoruz” isimli yazımda tabanın Cumhuriyetin kurucu partisi olma özelliği taşıyan CHP’nin siyasette çok daha belirleyici olmasını beklediğini ve böylelikle siyasetin kalitesinin de yükselebileceğini düşündüğünü belirtmiştim. Tekrar olacak ama önemli olduğu için bir daha vurgulamak isterim. Konusunda uzman konuşmacıların bu toplantıda aktardıklarının yalın bir dille anlatılması tabanda olumlu bir rüzgâr estirebilir.