İçeriye baktığımızda derine inmeyen tartışmalardan, kavgalardan, ‘şöyle dedi, böyle dedi’den başka bir şey yok gibi… En son Instagram yasaklarında bile bu durum değişmedi.
O yüzden biraz olsun şu kavga ortamından sıyrılmak için konuların açısını genişletmek isterim.
Başlayalım o zaman…
Dünya genelinde Facebook aylık olarak 3 milyardan fazla aktif kullanıcısıyla sosyal medya platformları arasında en üst sırada yer alıyor. YouTube, aylık yaklaşık 2,5 milyar aktif kullanıcıyla ikinci sırada yer alıyor. Instagram ise aylık 2 milyar aktif kullanıcı sayısıyla üçüncü sırada yer alıyor. Ve ardından sırasıyla diğer platformlargeliyor (Statista, Nisan 2024). Öte yandan bu verilere doğru orantılı olarak ülkemizde de sosyal medya kullanımı günbegün yükseliyor.
Bir taraftan da bu rakamları şöyle belirtirsek daha dikkat çekici olabilir… Dünyada her dört kişiden birinin Instagram hesabı bulunuyor denilebilir. Ya da dünyanın en büyük ülkesi Facebook diye belirtilebilir.
Aslında tüm bu veriler küresel ölçekte markalarla (kurumlarla) karşı karşıya olduğumuz anlamına geliyor. Dolayısıyla şu şu nedenlerle Instagram şak diye kapatıldıktan sonra yapılan açıklamalarda haliyle cılız kalabiliyor.
Günümüz dünyasında internet neredeyse herkese kendi sanal matbaasını veriyor denilebilir. Tek bir sosyal medya gönderisi saniyeler içinde milyonlara ulaşabiliyor. Nasıl Gutenberg’in icadı zamanın ruhunu değiştirdi ise şimdi de internet ve dolayısıyla sosyal medya içinde bulunduğumuz bilgi çağının temel taşları olarak da görülebilir.
Bir taraftan da Instagram ya da diğer platformların yanlış uygulamalarının, özgürlükleri kısıtlayan adımlarının üzerine elbette gidilmesi gerekiyor. Platformlarınşeffaflığını ve hesap verilebilirliğini sağlamanın, kişilik haklarını ve ifade özgürlüğünü korumanın önemli olduğu düşüncesindeyim.
Bununla birlikte bu denli büyük ekonomik güce ulaşan küresel markaların (kurumların) devletlerle girdiği güç mücadelesi üzerine de tartışmalar devam ediyor. Ve tekelleşme sorunu üzerine de tartışmalar devam ediyor. En çok kullanılan sosyal medya platformlarından Facebook, Instagram ve Whatsapp’ın Meta’ya ait olması da tekelleşmenin somut örneği olarak belirtilebilir.
Gelinen bu noktada; sosyal medyanın, yani yeni medyanın en önemli özelliklerinden biri etkileşimdir. Etkileşim sayesinde, kullanıcılar, sosyal medya platformlarında herhangi bir konu üzerinden tartışabilmekte, fikirlerini ifade edebilmektedir. Yani tek taraflı iletişim dönemi artık bitmiştir, iletişim çift yönlüdür. Yalnız burada kontrolünde eskisi gibi kolay olmadığı da bir gerçektir.
Örneğin bir ülkenin liderine herhangi bir kullanıcı kolaylıkla sosyal medyadan tweet atabiliyor, ulaşabiliyor. Ya da ülkelerin liderleri birbirlerine tweetler atabiliyor. Bu ilk bakışta iletişim alanında kolaylık gibi görünse de örneğin liderlerin birbirine ilettiği sıkıntılı mesajlar hızlı bir şekilde büyük krizlerinde kapısını aralayabiliyor. Yani geleneksel medya yerine yeni medyada en ufak konu bile birden köpürtülebiliyor. Ya da birden kocaman krizlerle karşı karşıya kalınabiliyor. Dolayısıyla bu süreçlerin iyi yönetilmesi, doğru stratejilerle bu süreçlerinbeslenmesinin önemli olduğu düşüncesindeyim. Herhangi bir sıkıntıda hemen kapatmak yerine önceden planlı şekilde gerekli önlemlerin alınması daha anlamlı olabilir.
Biraz daha teknik bir açıklama yapacak olursak; sosyal medya, kullanıcılarınduygusal deneyimlerini paylaşabildikleri bir platform olarak da ifade edilebilir. Bu noktada kullanıcıların herhangi bir olumsuz deneyiminin kişisel olarak paylaşılması çok sorun teşkil etmez iken, bu olumsuz durumun bir anda, birçok kişi tarafından olumsuz olarak değerlendirilme olasılığı bulunmakta olup, bunun da “kolektif” olarak olumsuz duyguların ortaya çıkmasına sebep olabileceği söylenebilir. Dolayısıyla duyguların özellikle sosyal medya ortamında kritik bir rol oynadığı ifade edilebilir. Bu durumda birçok süreçte manipülasyona yol açabilir. Ki sosyal medyada bot hesapları, istihbarat faaliyetleri gibi birçok manipülasyonu kolaylaştıran faaliyetleri de unutmamak gerekir.
Özetle; bizim de böylesi küresel ölçekte markalarımız (kurumlarımız) olsa kuralları en baştan biz koyarız. Açıkçası çoğu makalede Avrupalıların bile bu konularda geriden geldiği yazılıp çiziliyor. Bizde ise savunma sanayisinde teknoloji geliştirme çalışmalarının ciddi bir ilerleme içinde olması sevindirici bir gelişme, yalnız genel olarak teknolojiyi ithal eden bir ülke olarak kat edilmesi gereken çok fazla yol olduğu da muhakkak…
Aslında şu an yaşanan karmaşada “teknolojik üstünlük” kimde ise onun türküsü söyleniyor. Ve konu dönüp dolaşıp güç kavramına geliyor doğrusu…
Yıllardır dillerde kapitalizm, sosyalizm, liberalizm, şuizm, buizm... Biraz kaba bir tabir olabilir yalnız belirsizliğin, karmaşanın bu denli arttığı bu ara dönem için de “güç”izm kavramı kullanılabilir düşüncesindeyim.
‘Güç’izimden kasıt bir milletvekilinin Mecliste kaba kuvvet göstermesi değil elbette… Ve bu çapsız davranışın belli kimselerce sahiplenilmesi demek değil elbette…
Kas kuvvetinin yerine ‘aklın, biliminin, yapay zekânın, veri analitiğinin, tarım teknolojilerinin ve bunun gibi birçok konunun konuşulması, uygulamaya geçirilmesi demek.
Açıkçası uluslararası sistemin çatırdadığı, yıllar boyu dillendirilen değerler sisteminin çatırdadığı bu ara dönemde teknolojinin her alanında güçlü olmak gerekiyor. Bu noktada küresel markalar inşa etmek gerekiyor. İthal etmek yerine kendi teknolojilerimizi her alanda üretmek gerekiyor.
Savunma sanayisi konusunda güçlü olmak gerekiyor.
Ekonomide güçlü olmak gerekiyor. Ki böylesi zor bir dönemde ekonomi gibi can alıcı bir konuda yumuşak karnın olduğu anda dışarıda atılan adımlarda da gerekli etkiler sağlanamıyor maalesef. Attığınız adımların sesi bile duyulmuyor.
Enerji konusunda güçlü olmak gerekiyor. Petrol, doğalgaz ve diğer kaynaklara sahip olmak ya da uluslararası boru hatlarının geçiş güzergâhında olmak da bir güç göstergesi olarak görülebiliyor.
Velhasıl her alanda güçlü olmak gerekiyor. Zira bu ara döneme ‘güç’izm dönemi diyebiliriz…