Erzincan İliç / Çöpler Altın Maden’inde; siyanür ile ayrıştırma yapılan yığın liç alanında 9 madencimizin göçük altında kaldığı felakette, siyanür ve sülfirik asit içeriğine sahip, toksik ağır metal barındıran ve insan sağlığı için tehlikeli olan atık yığının Fırat nehrine uzanan vadi boyunca yaklaşık 700-800 m hareket ettiği belirtiliyor.
Bu noktada TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası’nın konuyla ilgili internet sitesinde paylaştığı açıklamada; Odanın daha önce ilgili madenle ilgili bölgeyi incelediği ve işletme sahası içerisinde MTA Genel Müdürlüğü tarafından 2013 yılında yayınlanan Türkiye Diri Fay Haritasında aktif olduğu ifade edilen ve Munzur segmenti olarak tanımlanan bir fay hattının bulunduğu tespit edilmiştir denildi. Ve şöyle devam edildi:
“Ancak bu fay hattının işletme projeleri hazırlanırken dikkate alınmadığı, hatta fayın inaktif olduğunun belirtildiği, hazırlanan atık depolama, üretim ve diğer tesis projelerinde 0.30 g ivme değerleri gibi düşük ivme değerleri baz alınarak proje hazırlandığı görülmüştür. Olası büyük bir depremde bu alanda bulunan tesislerin yıkılma riski taşıyabileceği ifade edilerek, hazırlanan ve işletilmekte olan atık depolama tesisi, üretim tesisleri ile açık kazı ve yığın liçi için gerekli tasarım parametrelerinin hem statik, hem de dinamik koşullar dikkate alınarak yeniden yapılması ve gerekli tedbirlerin alınması gerektiği ifade edilmiştir.”
Kısacası fay hattı üzerinde, bir anlamda deprem riski olan, Fırat nehrine yakın, su havzalarına yakın bir alanda maden araması yapıldı. Açıkçası bir çevre felaketi yaşandı, yaşanmaya da devam ediyor.
Öncelikle şu sorunun cevaplanması gerekiyor:
Böylesi risklerle dolu bir alana ÇED onayları nasıl verildi? Kapasite artışları nasıl yapıldı? Konuyla ilgili uzmanlar bu riskleri nasıl görmezden geldi? ÇED raporlarını yazanlar hatalı değil mi?
Bu konuda dönemin Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’unherhangi bir yorumu olacak mı?
Ayrıca şunu da belirtmek isterim: ‘Çevre ve şehircilik’ kavramlarının yan yana gelmesi de düşündürücü. Bu kurda kuzunun teslim edilmesi değildir de nedir?
Diğer taraftan Anagold Madencilik firmasının işlettiği ocakta 2022 yılında siyanür sızıntısı meydana geldi. Akabinde Çevre Bakanlığı ‘tesisin çalışmasına izin verilmeyecek’ açıklaması yaptı. Üç ay sonra üretim tekrar başladı. Bir de ödül gibi firmanın 7,2 milyon dolarlık vergi borcu silindi.
Bir tarafta koca koca şirketlerin vergi borçları siliniyor. Diğer tarafta da vergide adaleti iyileştirmek lazım deniyor. Nasıl olacak?
Bu nasıl adalet anlayışı diye sormak gerekir ama sorsak ne olacak? Güçlünün bildiğini okuduğu bir düzen…
Yaşanan felaketle ilgili cevaplanması gereken çok soru var. Özellikle şu konuya da dikkat çekmek isterim:
“Türkiye'de 2004 yılında sadece 138 olan uluslararası maden şirketi sayısının 773’e çıkmış olması yatırımcıların Türkiye'ye olan ilgisinin arttığını kanıtlar niteliktedir.” (Kaynak: Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisi)
Ayrıca 2010-2018 yılları arasında 106 bin 465 olan maden ruhsatı sayısı son 8 yılda 386 bin oldu.
Madencilik konusunda kısa sürede bu denli yabancı şirket sayısının artmasının altında yatan sebep nedir?
Yabancı yatırımcının gelmesini elbette isteriz ama asıl yatırımcıların teknolojisini, know-how’ı getirmesini isteriz. Yabancı yatırımcılar gelsin, doğal zenginliklerimize böylesine zarar versin demiyoruz. Bunları yaparken ödül gibi bir de vergi indirimi yapılsın demiyoruz.
Öte yandan madencilik çalışmaları yapılsın ama ÇED raporları dikkate alınsın, çevreye zarar verilmeden yapılsın, sürekli denetimler yapılsın, bir anlamda tüm faaliyetler kurallarına uygun bir şekilde yapılsın diyoruz.
Ayrıca bu firmalar kendi ülkelerinde, örneğin Kanada’da da bu kadar kolay arama faaliyeti yapabilir mi? Buna izin verilir mi? Üstüne bir de ödül gibi vergi indirimi yapılır mı?
Yapılmaz. Gelişmiş bir ülkede böyle bir şey olmaz. Bin bir denetimden geçirilir, sorgulanır, araştırılır. En kurallara uygun, en zarar vermeden nasıl yapılır ona bakılır.
Bizden bir firma Kanada’ya gitsin bakalım bu şekilde rahat rahat çalışabilecek mi? Bırak çalışmayı, adım bile attırmazlar, nefes aldırmazlar. Denetim üstüne denetim yapılır.
Şunu da sormak isterim: Madencilik konusunda olumlu anlamda potansiyeli olan ülkemizde kendi olanaklarımızla madenlerin çıkarılması konusunda ne durumdayız? Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü bu noktada ne yapıyor?
Hani içinde yerli, milli olan cümleler nerede?
Çevreye tahribata neden göz yumuldu? İliç’te güzelim toprağımız, suyumuz havamız siyanür ve diğer kimyasal atıklarla zehirlenirken tüm bu olanların görmezden gelinmesi de ayrıca üzücü.
Bu felakete Fırat mı bağırsın? Ne yapsın? İliç mi feryat etsin?
Bu soruları kim soracak?
Fırat mı sorsun? İliç mi cevaplasın?
Toprak ağıt mı yaksın? Ne yapsın? Doğa baş mı kaldırsın?
Niye şimdiye kadar kimseden ses çıkmadı? Niye gerekli önlemler alınmadı? Şakır şakır raporlara nasıl izin verildi?
En son gelen haberde Çevre Bakanlığı maden ocağının çevre izin ve lisans belgesini iptal ettiğini duyurdu.
Şimdi sormak isterim: ‘Can Erzincan’ diye PR faaliyeti yapıp etrafta dolananlar, can İliç’teki çevre felaketini hiç mi görmedi?
Bu talan değil mi? Bu acımasızlık değil mi?
Canlarımız göçük altında, toprak can çekişiyor, börtü böcek ağlıyor
İliç ne yapsın? Fırat nasıl delirmesin? Munzur Dağları nasıl ayağa kalmasın?
Can candan öte dedim, hancı da sancıda dedim
Kapılar açılmaz, içeri girilmez, öze ulaşılmaz dedim
Kalpler gecede, diller çölde, olmaz olsun hırs yüklü gönüller dedim
Dert bir değil bin, sil kara yazıları, olmaz olsun doymaz nefisler dedim…