Bas ateşe çıplak ayaklarla kül ol bin bir yükün altında
Kır gönül kapılarını tutul karşılıksız sevdaya
Oksijensiz kal dağların doruklarında garip ol zalimin zulmünde…
Durum tam da bu…
Her alanda derin bir umutsuzluk, yalnızlık, değersizlik hâkim…
Derin yoksulluk, derin ayrışma, derin adaletsizlik duygusu, derin çözümsüzlük, derin mutsuzluk…
Bu hafta içinde yine sahadaydım. Son dönemde sahaya inme frekansım biraz artmış olabilir. Zira asıl fotoğraf sahadan çekilebiliyor.
“Siyaseti anlamak istiyorsanız topluma dönmeniz, kalabalıkların ne dediğine dikkat kesilmeniz anlamlı olabilir.”
Bu noktada dilden söylenenler elbette önemli ve fakat asıl gönülden ne söyleniyor buna bakmak lazım.
Açık söyleyim televizyonlarda, orada burada uzun uzun konuşanlardan çok sıkıldım. Uzun uzun bitmeyen cümleler… Arada bağırtılar yükseliyor. Bir de çokbilmişler var. Es verirken bile bilmişliği gösterme çabası… Bir insanın bu kadar rolden role bürünmesi de acayip. O çokbilmişliği gösterme çabasının altında ne çok eksiklik var kim bilir?
Neyse…
Günlerdir dilden söylenenleri dinliyorum. Ekonomi diye başlıyor, adalet vs. diye devam ediyor, sonrasında da kendi küçük dünyalarındaki yaşanan örnekler sıralanıyor.
Ne zaman ki metroda, vapurda ya da sahilde sessizce gönülleri dinlediğimde… Asıl tehlike işte o zaman kendini gösteriyor.
Derin mutsuzluk… Derin yalnızlık… Derin değersizlik…
Bakışlar donuk, yürekler zaten matlaşmış. Çözümsüzlüğün dehlizlerinde debelenme hali…
Sanki hep birlikte yalnızlık türküsü söyleniyor. Türkünün bir bölümünde umuda, mutluluğa özlem de anlatılmıyor değil.
Yani durum kötü... Tek kelimeyle kötü…
Böyle ne kadar dayanılır bilemem?
Yalnız şunu söyleyebilirim. Şimdiye kadar gördüğüm en kötü saha fotoğrafını çektim diyebilirim.
Çözüm kelimesi sanırsın çölde vaha… Gerçekten de böyle görülüyor. Kalabalıklar o kadar çözümsüzlüğe mahkûm edilmiş ki… Basit bir konuda bile çözümün olabileceği akıllara gelmiyor.
Bu gidiş gidiş değil…
O yüzden de sürekli polemik yapan, uzun uzun, sürekli konuşan siyasetçilere ‘alerji’ hissi baş göstermiş.
O yüzden de duruşu olan, kapsayıcı, güven veren, samimi siyasetçiler daha çok dikkat çekiyor.
Bu hafta gençlerimizle de konuştum. Aralarında piercing takan, dövmeleri olan, mor, lacivert boyalı saçları olanlarda vardı.
Her biri filiz vermek ister gibiydi. Köklenmek ister gibiydi.
Söylenenler ise o kadar ayağı yere basan cinstendi ki… Ne yalan söyleyim şaşırdım.
Bir taraftan da gençlerimizde güven ihtiyacı bas bas bağırıyordu. Gelecek kaygısı çok şiddetli olduğu için çoğunlukla ayağı daha yere basan, çözüm sunan siyasetçilerle ilgili yorumlar yapıldı.
Yaş almadan yaş almış, yıllara boyun eğmiş gibiydiler.
Geçit vermeyen yollarda bir başına kalmış gibiydiler.
Öte yandan konuşurken mangalda kül bırakmayanlara bir o kadar da yalan dünyalara küçük de olsa dikkat çekmek isterim.
Açıkçası şu ideoloji, bu ideoloji fark etmiyor. Şu taraf, bu taraf hiç fark etmiyor.
Örneğin özgürlük şöyle önemli böyle önemli diye anlatıyor da anlatıyor. Yalnız gerçek hayatında özgür düşünceden eser yok. Tam tersi bir hal söz konusu.
Öğrenilen birkaç kavram ardı sıra sıralanıyor. Arada duyulmamış bazı kelimelerle süsleniyor. Yalnız gerçek hayatla bir bağ yok.
Köksüz dallar gibi bir kenara fırlatılmış gibi…
Işıklar açıkken uzun uzun savunulan önermelerin ışıklar kapanınca yüzüne bakılmıyor gibi…
Merak ediyorum bu yalandan duvarlar ne zaman yıkılacak?