Son dönemde hiç kuşkusuz dünya geneline yayılan ticaret savaşları ile ilgili birçok analiz, yorum yapılıyor. Her biri birbirinden kıymetli fikirler… Zira analizlerin ortak noktası hâlihazırdaki sistemin tıkanması olarak özetlenebilir. Bu noktada, eski düzenlemelerin artık işe yaramadığı ve ekonomiyi yönlendiren kurumların, günümüzün dünyası için yenilenmesi gerekliliğinin özellikle altı çiziliyor. Ekonomiyi yönlendiren bazı kurumlar ile hükümetler arasındaki iş bölümünün yeniden tasarlanmasına ihtiyaç duyulduğu belirtiliyor.
Diğer taraftan, Amerika’nın özellikle Çin’e karşı pozisyon aldığı bu dönemde, Avrupa ülkelerinden de destek beklediği ifade ediliyor. Ayrıca, son dönemde kaleme alınan bazı makalelerde, Amerika’nın Orta Doğu'daki bazı ülkeleri desteklemesi ya da trilyonlarca doların Orta Doğu'daki bataklığa yatırılması yerine, Çin'i dengelemek için kullanılmasının daha anlamlı olacağı belirtiliyor. Bu noktada, Çin’e karşı pozisyon alan Amerika’nın, Japonya, Güney Kore, Hindistan, Filipinler gibi ülkeler ile ilişkilerini daha da geliştirmesinin önemli olduğu ifade ediliyor.
Tam da Çin’in dengeleri değiştirmeye başladığı bugünlerde, ihracatımızın % 50’sini gerçekleştirdiğimiz Avrupa Birliği, bu konunun neresinde diye bakacak olur isek;
Avrupa, yükselen Çin’in getirdiği zorluklarla yüzleşmeye başlıyor denilebilir. Çin’in, özellikle birliğin daha küçük üyeleri ile kurduğu ekonomik ilişkiler sonucunda, bu ülkeler üzerinde kazandığı siyasi etkiden Avrupa Birliği’nin endişelendiği gözlemleniyor. Bu noktada, 2014 yılında, Almanya’nın, Çin ile olan ilişkisini kapsamlı bir stratejik ortaklığa yükselttiği ve ticari ilişkilerin diğer birçok konuya göre öncelik kazandığı belirtiliyor. Ancak son dönemde Çinli teknoloji firmalarının gittikçe güçlenmesiyle birlikte, Merkel’in bugünlerde Çin’i “sistematik bir rakip” olarak gördüğü ve Çin’e karşı Avrupa Birliği duruşunun eskisinden de daha güçlü olmasının gerekliliği ifade ediliyor.
Görünen o ki, Avrupa kendisini büyüyen bir Amerika - Çin rekabetinin ortasında buldu. Avrupa, Amerika ile uzun zamandır devam eden bağlarını terk edemiyor gibi görünse de bir taraftan da Amerika'ya güven konusunda zorlanıyor denilebilir. Zira Trump yönetiminin, iklim değişikliğiyle mücadeleyi kapsayan Paris İklim Anlaşması’ndan ve İran nükleer anlaşmasından çekilmesi, ayrıca dünya ticaret örgütünden çekilme tehdidinde bulunmasıyla birlikte, Avrupa Birliği ile Amerika arasındaki güven ilişkisinin zedelendiği yorumları yapılıyor.
Diğer taraftan yükselen Çin ile rekabet edilebilmesi için Avrupa’nın ekonomik ve teknolojik olarak hâkimiyetini arttırmasının kaçınılmaz olduğu belirtiliyor. Bu noktada, özellikle ulaşım ve teknoloji gibi kilit sektörlere daha çok odaklanmanın gerekliliği ortaya konuyor. Ayrıca, gerektiğinde Avrupalı firmaların rekabet edebilmeleri için birleşme yoluna da gitmelerinin faydalı olabileceği belirtiliyor.
Anlaşılan o ki, bu dönemin en popüler konularından biri “şirket birleşmeleri” olacak diyebiliriz. Bunu sadece Avrupa genelinde düşünmemek gerekir, dünya genelinde de şirket birleşmelerini daha çok görebiliriz.
Bir adım daha öteye gidecek olur isek, tekelleşmenin artacağını da söyleyebiliriz...
Tabii bu durumun altında, gücü elinde tutabilme hedefi yer alıyor. Bir anlamda güç savaşı veriliyor ve verilmeye devam edilecek denilebilir.
Bu bağlamda, Avrupa Birliği’nin, Amerika - Çin rekabetinde nasıl bir yol izleyeceğini belirleme sürecinde, Trump yönetiminin genel tavrından ve Çin’in siyasi etkisinden endişe ediliyor denilebilir.
Anlaşılan o ki, bu konular üzerine daha çok yorumlar yapılır…
Dünya genelinde yaşanan bu gerilimler, fırsatları da hemen yanında getiriyor. Krizleri fırsata çevirmek için “müzakere” kavramına öncesinden daha fazla kullanacağımız aşikârdır. Ayrıca, gerilimlerin giderilmesi için diplomatik kanalların sonuna kadar kullanılması önemlidir.
Zira artık eskisi gibi blokların tam belirgin olmadığı bir ortamda ülkeler, bir sonraki adımlarının hesabını yapmaya çalışıyor. Yani her an sıkıntılı bir durum pozitife dönüştürülebilir. Ya da tam tersi olabilir…
Dolayısıyla, dünya genelinde dengelerin her an değiştiği bu yeni düzende, “stratejik yönetim” anlayışına eskisinden çok daha ihtiyacımızın olduğu ortadadır. Zira Türkiye'ye yönelik fırsatları yakalayacak, değerlendirecek araştırma ekiplerinin oluşturulması önemlidir. Özellikle, ihracat alanında fırsatların yakalanması, yeni pazarların bulunması ayrıca faydalı olacaktır.
Son olarak, Amerika ile Çin arasında yolunu bulmaya çalışan Avrupa Birliği ile her ne kadar sorunlar yaşansa da, bu sorunların çözümü için politikalar üretilmesi ve ticari ilişkilerin artırılmasına yönelik yeni hedeflerin belirlenmesi önemlidir. Diğer taraftan, yaptırımlar tehdidinde bulunan Amerika’nın aynı zamanda Çin ile gerginlik yaşadığı bu ortamda, Amerika ile ticaret hacminin nasıl artırılabilir çalışmasının masada ayrıca yer bulması bu dönemin bakış açısı olarak belirtilebilir…