“Yönetim süreci; karar alma, uygulama, karşılaştırma ve düzeltici eylemlerde bulunma gibi birbirine bağlı eylemler kümesinden oluşur.”
Bir anlamda yönetim sürecindeki en önemli değişkenlerden biri “karar almak” olarak belirtilebilir. Bu noktada, soru şudur: “Şu an kararlar nasıl alınıyor?”
Aslında bu sorunun cevabı için çok detaylı araştırmalara gerek yok. Hemen hemen birçok kişinin dilindeki iki kelimeyle başlayan cümleleri takip edersek hemen cevabı da bulabiliriz düşüncesindeyim.
“Peki, hangi cümleler?”
Tabii ki “Cumhurbaşkanımızın talimatıyla…” diye başlayan cümleler…
Herhangi tali bir olayda bile görevliler bu iki kelimeyle cümleye başlayıp yaptıklarını bir bir anlatmaya başlıyor. Örneğin orman yangınları ya da sel gibi felaketlerde de yine bu iki kelimeyle cümleler ardı sıra sıralanıyor.
“Cumhurbaşkanımızın talimatıyla sel ya da orman yangınları gibi felaketlerde şu önlemleri aldık, şunları yapacağız.”
Kimsede sormuyor konuyla ilgili kişilere…
“Aslında bu kişiler hâlihazırda bu konulardan sorumlu değil midir? Zaten görevini yapması beklenmez mi? İlla bir talimat mı gerekiyor?”
*
Gelin, şimdi “Cumhurbaşkanımızın talimatıyla…” diye başlayan örnek cümlelere bakalım:
Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’nin 20 Nisan 2021 tarihinde Belediyelerde Gıda Bankacılığı Çalıştayı’nda söyledikleri:
“Ramazan ayının başında Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla ihtiyaç sahibi vatandaşlarımıza ulaştırılması amacıyla Toprak Mahsulleri Ofisini patates ve kuru soğan tedariki, dağıtımı için görevlendirdik…”
Devam ediyorum:
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun 29 Temmuz 2021 tarihinde söyledikleri: “Cumhurbaşkanımızın talimatıyla tüm birimlerimiz bu yangınların neden çıktığıyla ilgili gerekli soruşturmayı yapıyor.”
Son olarak, Toprak Mahsulleri Ofisi’nin 5 Ekim 2021 tarihli kamuoyu açıklamasından bir bölümü belirtmek isterim:
“Fiyat artışlarının önüne geçebilmek adına TMO tarafından ilk etapta satış fiyatlarımız ilan edilmiş, ardından başta tüketicilerimiz olmak üzere et, süt ve yem üreticilerimizin maliyetlerinin düşürülmesini teminen Toprak Mahsulleri Ofisinin yetki ve imkânları arttırılarak Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatıyla Yem Regülasyon Çalışması başlatılmıştır.”
Bu denli tali bir konuda bile bu cümle kurulabiliyor. Sanki talimat olmadan hiçbir şey yapılamıyor gibi…
***
Orman yangınlarından marketlere, sellerden patates-kuru soğan tedarikine kadar hemen hemen her alanda kurulan cümleler hep aynı iki can alıcı kelimeyle başlıyor: “Cumhurbaşkanımızın talimatıyla…”
Cümle bu şekilde başlayınca, o konuyla ilgili açıklamayı yapan bürokrat, görevli, her kim ise, tüm sorumluluğu üzerinden atmış oluyor sanki… Karar yanlış da olsa bir kere elinde kapı gibi talimat var. Dolayısıyla kimse bir şey diyemez diye mi düşünülüyor merak ediyorum doğrusu…
Sanırsın çelikten bir zırh görevi görüyor bu iki kelime…
Zira bu iki kelimenin bu denli güçlü bir etkisi var ki çalışanlar bunu söylemek için sıraya giriyor.
Bir de bu meseleye ters açıdan da bakalım:
“Herhangi bir krizde talimat gelmezse ne olacak? Ya da talimat gecikmeli bir şekilde gelirse ne olacak? Konuyla ilgili kişi talimatın gelmesini mi bekleyecek? O bekleme süresinde ortaya çıkan maliyetlere kim katlanacak?
Ve asıl en ufak bir kararda bile yönetici yukarıya mı bakacak? Talimatın gelmesini mi bekleyecek? Yöneticiler karar almak için hep bir işaret mi bekleyecek?
Buradan hareketle, yönetimin en önemli değişkenlerinden biri olan karar almak ile ilgili bir sıkıntı yaşanıyor ve karar alıcılar karar almak konusunda zorlanıyor desek yanlış olmaz sanırım.
Düşünün bir kere…
Bir tarafta koronavirüs salgını, değerlerine değer katan teknoloji şirketleri, ülkeler arası denge arayışının çok daha artması, ekonomilerin bu denli sarsılması ve dolayısıyla dünya genelinde “belirsizlik” kavramının hiç olmadığı kadar gündemimizde olması…
Diğer tarafta da patates, kuru soğan tedariki, dağıtımı konusu…
Demem o ki, dünya gelinde bu denli önemli olaylar yaşanıyorken bizim çoktan yönetimle ilgili temel konuları halletmiş olmamız, ardımızda bırakmış olmamız gerekmez miydi? Belki de bu yüzden her konuda çözüm talebinin şiddeti giderek artıyor. Zira çölde suya hasret kaldığımız gibi “çözüm kavramına” hasret kaldık.
Ve belki de bu yüzden seçime zaman olmasına rağmen hep bir elden sanki seçim sathı mahallindeymişiz gibi davranıyoruz.
*
Bir de Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçerken hep söylenen neydi? Bir hatırlayalım… “Hızlı ve etkili icraat” başlığı hep dillerdeydi…
2017 yılında Ak Parti’nin referandum için hazırladığı kitapçıkta Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin genel faydalarını belirten şu maddeleri belirtmek ve ardından da bir soru sormak isterim:
“Hızlı karar alan, hızlı icraat ve reform yapan, etkin bir yönetim modeli oluşacak.
Vatandaşlarımızın ihtiyaçlarını karşılayan, gelişmelere ayak uyduran, kurumların hızlı çalışmalarını sağlayan bir işleyiş hâkim olacak.”
Peki, geldiğimiz noktada; hızlı, gelişmelere ayak uyduran ve bir o kadar da etkili bir yönetimden bahsedebilir miyiz?
“BİLGİNİN PEŞİNDE OLMAK”
Sanayileşme sürecini tamamlayamadan bilgi toplumu olma yolunda çabaladığımız tam da bu dönemde, iki tarafın sıkışmışlığı arasında gidip geliyoruz. Dönemin en dikkat çekici mottosu sanırım “bilginin peşinde olmak”… Ülkeler her konuda teknolojik yenilikleri yakalayarak üstünlük sağlamaya çalışıyor. Ayrıca, herkesin bu süreçte dikkat kesildiği bir cümle var: “Ekonomik ve siyasi bağımsızlık teknolojik bağımsızlıktan geçiyor.”
Özellikle bugünlerde, teknolojik gelişimde ne durumda olduğumuz konusu çok daha önem kazanıyor. Zira savunma sanayisinde teknoloji geliştirme çalışmalarının ciddi bir ilerleme içinde olduğu ortadadır. Savunma sanayisinde dışa bağımlılığın giderek azalması, yerli üretim düzeyinin gün geçtikçe istenen seviyelere ulaşacak olması sevindirici bir gelişmedir. Bu gelişmelerde İHA / SİHA ve TİHA’ların da katkısını belirtmeden olmaz sanırım.
Ayrıca Teknofest’lerde de ne denli önemli işler yapıldığı da ortadadır. Çocuklarımızın, gençlerimizin bu festivale gelip teknolojiyle tanışması, uçaklara dokunması, mühendis büyüklerine özenmeleri de çok değerlidir. Bir anlamda Teknofest vasıtasıyla çocuklarımızın, gençlerimizin teknolojiyi içselleştirmesi sağlanmaktadır. Bu vesileyle, savunma sanayimizin teknoloji geliştirme çalışmalarında emeği geçen tüm mühendislerimize, tüm çalışanlarımıza selam olsun!
Son olarak, teknoloji geliştirme çalışmalarında kaybettiğimiz her dakikanın bize yıkıcı maliyetleri getirebilme riski bulunuyor. Zira F35 / F16 konusunda yaşananlar ortadadır. Bir anlamda teknolojik olarak bağımsızlığa ulaşmanın ne denli önemli olduğunu gösteren somut bir örnektir.
***
Ve yazıyı “Bir fırtına tuttu bizi” türküsünün sözleriyle bitirmek isterim:
“Bir fırtına tuttu bizi, deryaya kardı / O bizim kavuşmalarımız a yârim mahşere kaldı
Mahpushanede yata yata yanlarım çürüdü / Pencereden baka baka a yârim ela gözler süzüldü”
***
Nedense bu türküyü dinlerken sicim gibi gözyaşlarım dökülüyor
Her defasında da bu sefer olmayacak desem de yüreğim inceden inceye yanıyor
Belli ki kolektif hafızam saklandığı yerden usul usul çıkıveriyor
Ve dile geliyor ağıtlar, kara yazılar… Dile geliyor geçmişe dair her ne varsa…