Ey can sarmış her yanı ikiyüzlü gönüller
İçte yalan dışarıda değer de değer / İçte çatışma dışarıda yalandan gülüşler
Can yanardağ misali patlamak üzere, can yerlerde, can ıstırap içinde, can kara kışın ayazında, can bilinmez diyarlarda…
***
Canlı yayında sinir krizi geçirenler, şiddet gören, evden kaçan kadınlar, okuyamayan, baskıyla yaşayan kadınlar, çaresizlikten, parasızlıktan yıkılan yuvalar, sevgisizlikten birbirine düşen canlar, vahşeti itiraf edenler ve bunca olumsuzluğun üzerine yargı dağıtan sunucular…
Neredeyse “canın” en aciz hali gösteriliyor programlarda… Daha çok reyting almak için canın en aciz hali bir daha gösteriliyor, bir daha…
Yakın çekim yapılıyor, canların en yakından en aciz halleri tokat gibi vuruyor kameralara…
Yoksulluğun en acımasız hali vurgulanıyor. Dağılan evlerin en korkutucu halleri gösteriliyor.
“Canın” en yalnız, en virane hali gösteriliyor.
Ara ara sunucu da çok biliyormuş gibi üst perdeden yargı dağıtıyor, hüküm veriyor. Sanırsın hüküm makamı…
Yalandan birkaç cümle… Ve hop program biter, reytingler yerinde, kim düşünür garip yürekleri…
Neredeyse bir delilik hali…
Aslında gelir adaletsizliğinin kalabalıkları ne şekilde vurduğu, eğitimsizliğin kalabalıkları ne hale getirdiğini gösteriyor bu programlar.
Ve yıllardır devam ediyor bu programlar.
İsimleri değişiyor, renkleri, cisimleri değişiyor ama konular hep aynı. Mutsuzluktan, zayıflıktan, güçsüzlükten, güvensizlikten, yoksulluktan, sevgisizlikten reyting sağlanıyor.
Kazanan kazanıyor ama mutsuzluk da bir taraftan yayılıyor da yayılıyor.
Bir de kötü olan ne varsa dilden düşmüyor, sonra da yalandan ‘şu kötü bu doğru’ diye hüküm veriliyor da asıl yalan gerçek birbirine karışmış durumda.
Merak ediyorum tepedekileri rahatsız etmiyor mu bu deve dişi gibi programlar?
Zira konuşulurken “aile” dilden düşürülmüyor. “Aile” şöyle önemli, böyle önemli...
Maalesef çoğu kadın programlarında ‘öfkenin, korkunun, acının, üzüntünün’ en dibi yaşanıyor. Resmen duygular körükleniyor. Duygular alevlendiriliyor.
Ne diyelim? Nasıl anlatalım?
Neşet Ertaş’ın dediği gibi “Zorumuş meğer” Zorumuş…
***
Oysaki duygular acımasızca bu şekilde körükleneceğine, alevlendirileceğine… Kalabalıkları heyecanlandıran, hayal kurduran programlar yapılsa ya…
Örneğin gençlerimize, kadınlarımıza ‘hayal kurmanın’ ne anlama geldiği gösterilse ya… Kavga yerine gülmenin değeri gösterilse ya... Teknolojiden, bilimden bahsedilse ya… Yaratıcı fikirlerin üretilmesi üzerine yarışmalar düzenlense ya…
Öte yandan zinhar şunu demiyorum; hayatta her şey güllük gülistanlık değil elbette.
Hayatta acı da var ama sevinç de var.
Bazen bir bakıyoruz ağaç bir dalından kuruyor ama diğer dalından da çiçek açıyor. Yeni filizler veriyor, tüm ayaza rağmen direniyor, hayata tutunuyor.
İçin için ağlıyor belki ama bir taraftan da her zerresinde gücüne kavuşuyor.
Bazen düşüyor, bazen yalpalıyor ama yürümeye devam ediyor, hata üstüne hata yapıyor ama öğrenmeye devam ediyor, bilgisine bilgi katıyor, kahkahalarla gülmeyi öğreniyor.
Değer vermeyi öğreniyor ve en değerlisi de çıktığı yolda ‘kendini bilmeyi’ öğreniyor.
Yani sadece her şey acının üzerine yıkılmasın diyorum.
Reyting uğruna canların güçsüzlüğünden, mutsuzluğundan dem vurulmasın diyorum.
Ve programı yapanlar saatlerce ipe sapa gelmez sözler belirtmesin diyorum.
Çok mu diyorum?