Merhamet saklandı da dağların, bulutların ardına
Kaldık mı çöl gibi gökyüzüne?
Nice sultanlar da duymadı gariplerin yokluğunu
Nice ahlar da bilinmedi, anca yaktı ya canları
Sardı mı her yanı yanık bozlaklar?
*
Dağların ötesine saklandı da türkülerle halaylar
Garip mi kaldı Erzincan İliç’le Fırat?
Boynunu büktü sümbüller, yanar dönerler
Gece gitmedi mi? Şafak sökmedi mi?
Sıra gelmedi mi mavilere, allara?
*
Ayrı mı kaldı kimsesizler neşeden, şekerden?
Koptu mu topraktan, sudan, havadan?
Bir “küfür” mıh gibi saplandı da milyonların gözyaşına
Varla yok da şaştı kaldı da kahretti mi bir başına?
Güneşin doğuşu da batışı da güzelim Nemrut’tan izlenmez oldu ya
*
Kelimelerin canı yok nicedir
Canımızı çekiştirip durma der gibi
Dokunma, yazma, söyleme, söyletme, bırak git der gibi
Dokunma yürekleri viran olanların teline, geri de dönme der gibi
Ve Âşık Mahzuni Şerif’in ‘dokunma keyfine yalan dünyanın’ sözünü der gibi!