İnternetin ve dolayısıyla sosyal medya gerçeğinin hayatımıza girmesiyle birlikte iletişim yöntemlerinin hızla değiştiği gözlemleniyor. Hiç kuşkusuz yüzyılımızın vazgeçilmez bir unsuru haline gelen sosyal medya, fikirlerin, duygusal deneyimlerin paylaşıldığı bir platform olarak tanımlanabilir.
Son dönemde sosyal medya kullanımının artmasıyla birlikte, tüm dengelerin değiştiği, medyanın büyük bir dönüşüm içinde olduğu ve bireylerin geleneksel medya kullanımından gittikçe uzaklaştığı, bilgi ve görüşleri edinmek için çok daha fazla sosyal medya kanallarını tercih ettiği ortaya çıkıyor.
Bu bağlamda, sosyal medya platformlarından Facebook’un, 2 milyarın (Internet World Stats, 2018) üzerinde kullanıcı sayısı ile nüfus bakımından Çin ve Hindistan’ı da geçerek, 1. büyük ülke konumuna ulaştığının belirtilmesi, yeni medyanın gelişimini gösteren çarpıcı bir örnektir.
Şöyle ki, sosyal medyanın düşünülenden daha derin bir etkisinin olduğu, bilinen tüm kalıpları yıktığı ve en önemlisi de artık gündemin sosyal medyada filizlendiğini söylemek çok da abartılı olmaz sanırım... Zira Trump’ın duyurularını geleneksel medya yerine öncelikle sosyal medyadan kamuoyuna iletmesi de yeni medyanın gücünü gösteren somut bir örnektir.
Görünen o ki, sosyal medya platformlarında herkes çok mutlu, dilediği konuyu istediği şekilde paylaşabiliyor, eğleniyor, yeni arkadaşlar ediniyor, sevmediği konuyla ilgili tüm yaşadığı sıkıntıları unutmak istercesine, olumsuz duygularını açığa çıkarıyor…
Buraya kadar belirttiğim tüm gelişmeler çok heyecanlı, çok sevindirici, çok eğlenceli… Çok, çok…
Hepimizin başı dönmüş vaziyette… Sürekli bir gelişim, sürekli bir değişim…
Aslında internetin ve dolayısıyla sosyal medyanın bu denli gelişmesi, yeni bir iletişim dili ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.
Bu noktada, şöyle bir sorunun zamanı gelmiştir sanırım…
Biz bu yeni duruma ne kadar hazırlıklıyız?
Tamam, bilgiler çok hızlı akıyor, ilgilendiğimiz konulara çok kolay erişim sağlayabiliyoruz da, bu gelişimin altında yatan derin etki, derin değişim ne olacak?
Buradan hareketle, asıl konumuza gelecek olur isek…
Artık öyle bir dönem de yaşıyoruz ki, iletişimin özellikle de kriz iletişimi yöntemlerinin temeli derinden sarsılıyor denilebilir. Eskiden herhangi olumsuz bir olay karşısında hemen konu ile ilgili bir açıklama yapılır ve konu bir şekilde kapanırdı…
Ama şimdi öyle değil…
Açıklama yapsanız bile olumsuz ya da yalan haberler günlerce devam edebiliyor. Dolayısıyla bilinen iletişim yöntemleriyle bu gibi konularla baş etmek zor artık…
İşte burada, sosyal medyanın olumsuz etkisi apaçık ortaya çıkıyor…
Araştırmalar gösteriyor ki, sosyal medyada, bireylerin herhangi bir konu ile ilgili olumsuz deneyimleri, yorumları birden kolektif olarak o konuya karşı olumsuz duyguları ortaya çıkartabiliyor. Buradan anladığımız, klasik iletişim yöntemlerinin yeterli olmadığı durumlar ile her an karşı karşıya kalabilme riski bulunuyor…
Dolayısıyla, yeni medyanın bu denli güçlenmesi sonucunda, üretilen, kasıtlı olarak yaratılan algılarla uğraşmak daha da zor hale geldi. Bu noktada, herhangi yalan, kasıtlı bir haber geleneksel medya ile birlikte, aynı anda sosyal medyada da dolaşıma sokuluyor. Kullanıcıların etkileşimi ile birlikte de yalan ya da kasıtlı haber çığ gibi büyüyor…
İşte size durmadan ortaya çıkacak kriz konuları…
Tam da bu noktada, son günlerde kulak kabarttığımız bir kavram var: “spin doctor”…
Yani algıyı oluşturan, yönlendiren kişiler… Literatüre bakıldığında, dünyada zaten kullanılan, bilinen bir kavram… Özellikle 1980’li yılların başından itibaren, yoğun olarak kullanılan bir yöntem… “Spin doctor”lar sayesinde, algıların istenildiği şekilde yönlendirilebildiği belirtiliyor.
Ancak “spin doctor” kavramı, bizim yeni yeni aşina olduğumuz bir kavram…
Zira tam da algıların yönetildiği bu dönemde, özellikle ihtiyaç duyduğumuz ve pek de bilmediğimiz bir kavram…
Özetle, iletişim yöntemlerinin değişime uğradığı bu süreçte, algıyı oluşturan, yönlendiren kişilerin, bir anlamda “spin doctor”ların, iletişim politikalarını belirleyen kurumlar tarafından konumlandırılması öncelikli hedefler olarak belirlenebilir.
Zira algıyı yönetenlere karşı politikalar üretmektense, asıl algıyı bizim oluşturmamız ve en önemlisi de gündemi bizim belirleyip, algıyı bizim yönetmemiz önemli bir meseledir…