Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ankara mitingindeki şu sözlerine dikkatinizi çekmek isterim.
“Ne diyor bay bay Kemal Londra'dan 300 milyar dolar getirecekmiş. Sen şu anda hangi görevdesin, nasıl oluyor da olmayan bir şeyi getiriyorsun. Herhalde zamanında esrar, eroin göndermişler ki bunların bedelini geri döndürme gayreti var. Şimdi bu 300 milyar doların hesabını 14 Mayıs'ta sormaya var mıyız? Yurt içinde eli kalem tutanların buna inanması mümkün mü?”
Şimdi bu cümle ilk okunduğunda ne söylenebilir?
Rakibin 300 milyar doları getiremeyeceğinin düşünülmesi isteniyor. Bunun için de karşı bir hamle yapılıyor.
Diğer taraftan ilk izlenim olarak seçime yakın altın değerindeki bu zaman diliminde adayların karşılıklı cümleleri havada uçuşuyor denilebilir.
Yalnız tam da bu noktada bir itirazım var.
Rakibin yatırımı getiremeyeceği söyleniyor, söyleniyor da… O zaman şu sorulur:
Sizin bu konuda karneniz nedir? Siz yabancı yatırımı ülkemize çekebiliyor musunuz?
Açıkçası son yıllardaki rakamlara bakınca yabancı yatırımcının güvenmediği aşikâr... Dolayısıyla hükümetin yabancı yatırımı ülkemize çekme konusunda karnesi zayıf.
Ki nasıl zayıf olmasın?
Mahfi Eğilmez’in de bir yazısında belirttiği üzere ‘Türkiye’nin bugünkü görünümü, yabancı yatırımcı açısından, istikrarsız bir ülke görünümüdür.’
Şimdi küçük bir parantez açalım.
Rakip analizi, genel olarak rakiplerin konumlarını, güçlerini ve savunmasız taraflarını araştırır. Özellikle burada rakibin güçlü ve zayıf yönlerinin belirlenmesi önemlidir. Açıkçası güçlü olan bir rakiple karşı karşıya gelmek de risklidir.
Ve rakibin kalesinin korunmadığı yerlerden saldırmak daha kolaydır. Dolayısıyla rakiplerin savunmasız yönlerini iyi analiz etmek anlamlıdır.
Devam ediyorum.
Bu noktada, Cumhurbaşkanı Erdoğan rakibine ileri sürdüğü argümanlarla hamle yapıyor.
Ve fakat bu konuda AK Parti’nin kalesi çok zayıf durumda.
Sanki atılan bu adımla kendi kalesine gol atılıyor gibi…
***
Karar Gazetesi yazarı Taha Akyol’un dünkü yazısından küçük bir bölüm belirtmek isterim.
“Millet İttifakı’nda Faik Öztrak, Ali Babacan, Bilge Yılmaz, Kerim Rota, Serkan Özcan gibi saygın iktisatçılar gerekli reformlar yapılırsa, Merkez Bankası bağımsız olursa, kamu kurumlarında siyaset değil liyakat geçerli hale gelirse, oluşacak güven ortamında yılda 20-30 milyar gibi yatırım geleceğini 300 milyar Dolar’a hatta fazlasına ulaşılabileceğini söylüyorlar.”
Bu bilgiye ek olarak;
Ekim 2021’de “Yatırımcı güvenir mi?” başlıklı yazdığım yazıdan küçük bir bölüm belirtmek isterim: (https://www.karar.com/yazarlar/semra-alkan/yatirimci-guvenir-mi-1591019 )
“Öncelikle markanın Türkiye’de nasıl konumlanması gerektiği ile ilgili bir araştırma firması ile anlaştık. Ayrıca, pazarlamanın klasik 4P’si için yoğun bir tempo içine girdik. Ve birçok konu yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Markanın Türkiye için fiyat stratejisi, dağıtımının nasıl olacağı, bu arada bulunduğu kategoride genel rekabet analizleri yapılarak rakiplerin ne durumda olduğu gibi birçok konu netleşmeye başladı. Ve buna göre markanın stratejileri de ortaya bir bir çıkmaya başladı. Bu gelişmeler yaşanırken markanın Türkiye sorumlusu ara ara ülkenin ekonomisiyle ilgili sorular soruyordu. Tabii o dönem ekonomiyle ilgili rakamlar böyle değildi. Dolayısıyla genel olarak tabloyu anlatıyordum. Ki kendileri de çok detaylı araştırıyordu. Bir anlamda en ufak olumsuz senaryo üzerine bile kafa yoruyorlardı.”
Gelmek istediğim nokta şudur:
Yatırımcı güvenmek ister, işlerini kolaylıkla yapabilmek ister.
Gecenin bir vakti bulunduğu sektör aleyhine oluşabilecek bir kararı duymak istemez.
Bir anlamda yatırım yaptığı ekosistemin tüm sıkıntılardan arındırılmış olmasını ister. Ki öyle değilse, bu ekosistemi sağlayacak başka yerlere kuş olup uçuverir.
Gerçi şu anki ortamda uçacak kuş da almadı. Ne gelen var ne giden…
***
DERDİ ÇEKEN BİLİR!
Keşke yeni yatırımlar gelse...
Yeni yatırımların gelmesi bir anlamda yeni iş sahası, fabrikaların açılması, gençlerin iş bulabilmesi, işsizliğin bir nebzede olsa azalması anlamına geliyor.
Günlerdir sahadayım, gençlerle konuşuyorum. Evlatlarımızın en çok şikâyet ettiği konuların başında işsizlik geliyor.
Bunu böyle şak diye yazınca gençlerin hisleri anlaşılamayabilir belki.
Ya da bazı üç-beş maaşlılar, ihale üstüne ihale alanlar için gençlerin iş bulamaması pek bir şey ifade etmeyebilir.
Nasılsa kendi rahatları yerinde.
Gerisi yansın, kuru bir ekmeğe salça sürüp yesin. Kimin umurunda?
Ya da Şanlıurfalı bir amcamızın ‘İlkokul mezunları kadro alıyor, üniversite mezunları mülakatta eleniyor. Bu düzen bozulsun.’ demesini kim görecek, kim duyacak?
Hele de ‘bu düzen bozulsun’ dediği andaki yüreğindeki acıyı kim hissedecek?
Öyle ya… Derdi çeken bilir.
Damdan düşenlerin acıları çok geride kaldı nasılsa.
İki göstermelik yanınızdayız cümlesi. Sonra tam gaz devam…
Oysaki… Siyaset canların derdine derman olmak değil miydi?