Yumuşak karnımız: Kırılmış gururumuz

Salih Cenap Baydar

Üç asırdır ne yaptıysak durduramadığımız gerilemenin yarattığı travmalar, toplumsal psikolojimizi çok derinden etkiliyor.

Bir zamanların süper güçleri arasındayken, zaman içinde bilimde, teknolojide, sanayide gelişmeleri takip edemeyerek medeniyet yarışında geriye düşmüş olmanın derin huzursuzluğunu ve ezikliğini hissediyoruz.

Mazinin parlak hikayeleri ile avunuyor, üzerimize serpilmiş ölü toprağını süpürüp atacak kuvvetli bir rüzgâr bekliyoruz.

Bizi yeniden olmamız gereken yere döndürecek, düştüğümüz yerden kaldıracak girişimleri coşkuyla, heyecanla karşılıyor büyük bir hevesle destekliyoruz.

Özellikle rakiplerimize büyük avantaj sağlayan bir tür esrarengiz silah gibi gördüğümüz, mahiyetini kavramakta hayli kifayetsiz kaldığımız teknoloji sahasında, ufacık bir terakki ümidi bile yüreğimizi düğün yerine çevirmeye yetiyor.

Kırılmış gururumuzun bizi sevk ettiği bu hal aynı zamanda yumuşak karnımız oluyor.

Milli teknolojik atılım projelerimiz hiçbir devirde eksik kalmıyor. Devletlilerimiz, hepsi “milli” olmak üzere devrim arabası, erke dönergeci, mesajlaşma yazılımı, arama motoru, helikopter ya da elektrikli otomobil gibi projeler ile toplumu heyecanlandırmayı başarıyor.

Fakat maalesef hemen her seferinde bizi kırılmış gururumuzdan yakalayanların istismarına uğruyor, bir kez daha kandırılmış olmanın dehşetiyle baş başa kalıyoruz.

Halimiz parlak şampiyonluklardan sonra ikinci lige düşmüş bir futbol takımının haline benziyor.

Yöneticisiyle, oyuncusuyla, taraftarıyla herkes huzursuz, herkes bir an evvel tekrar birinci lige çıkma sevdasında.

Fakat bu derin ihtiras bir türlü bilgiyle, beceriyle ve gayretle buluşamadığından mütemadiyen bir patinaj yaşanıyor.

Her yönetim, takımı birkaç sene içinde birinci lige taşıma vaadiyle seçiliyor.

Başarı için büyük paralar harcanıp bazen parlak antrenörler bazen meşhur oyuncular bulunup getiriliyor.

Kimi yönetimler başarının sırrının tesisleşmede olduğunu söyleyerek borç harç stadyumlar, antrenman sahaları yaptırıyor.

Fakat ne hikmetse o hasretle beklenen şampiyonluk bir türlü gelmiyor.

Kurtarıcı diye getirilen antrenör ve oyuncular kazandıkları paraya bakıyor, takımın başarısını umursamıyor, “yeniden o muhteşem maziye kanatlanma” vizyonunu paylaşmıyorlar.

Belki de bu vizyonun anlamsızlığını en iyi takdir -ve en çok istismar- edenler tesisleri yapan yabancı müteahhitlerle beraber onlar!..

Kazandıkları paraya bakıyorlar.

Yönetimler en çok amigolara önem veriyorlar zira başarısızlığı gizlemek, küçük, geçici, anlamsız galibiyetleri büyük zaferler gibi sunmak ve böylece yönetimlerin ömrünü uzatmak onların vazifesi.

İşleri çok da zor değil. Zaten tribünler en ufak bir başarıya aç, senelerdir kaybetmekten bıkmış usanmış taraftarla dolu.

Fakat bir türlü şampiyonluk gelmiyor.

İyi oyuncular, buldukları ilk fırsatta birinci lig takımlarına transfer oluyorlar.

Takımda, yönetimden torpilli, tembel ve beceriksiz oyuncular kalıyor.

Yaptırılan tesisler boş duruyor, sahipsiz kalıyor, çürümeye terk ediliyor.

Çünkü uzun vadeli alt yapı çalışmaları hem iyi planlama hem sebat gerektiriyor. Bu çalışmaların meyvelerini bir dahaki seçim dönemine kadar toplamak imkânsız. Takımı şampiyon yapacak kadroların yetişeceği minikler, küçükler, yıldızlar, gençler takımlarının kurulması, uzun yıllar boyunca ciddi emekler harcanması lazım.

Takımda eksik olanın, başarısızlığın asıl sebebinin ne olduğunun anlaşılması için bazı oyuncuların birinci lig takımlarında bir müddet oynayıp geri dönmesi ve döndüklerinde tespit ettikleri eksiklikleri giderebilmeleri için söz sahibi olabilmeleri lazım.

Fakat takımın gedikli oyuncuları, bir şeyler öğrenip yanlışlıkları düzeltmeye çalışanları kendilerine tehdit olarak algılıyor, onları yabancılaşmış, özünü kaybetmiş olmakla itham edip etkisizleştiriyorlar.

Hele hele birinci ligde oynamış usta oyuncuların önerdiği değişimler, yönetim anlayışının tebdilini gerektiren yapısal değişikliklerse yöneticilerin hışmı da gecikmiyor.

Neticede eski tas eski hamam yerini koruyor, hevesler bir kez daha kursaklarda kalıyor.

Böylece üç asrımızı kaybettiğimiz fasit dairede bir tur daha atmış oluyoruz.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (6)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.