Ahmet Taşgetiren üstadımız 7 Nisan Pazar günkü “Proje” başlıklı yazısında ilginç bir noktaya parmak bastı.
Seçim sürecinde, sık sık işittiğimiz “İmamoğlu başlı başına bir projedir!”, “Temel Karamollaoğlu da bir proje!” gibi lafların “muhafazakâr” camiada sıkça kullanıldığını belirten Taşgetiren, burada “proje” kelimesinin negatif anlamda kullanıldığına, “kötülük çevrelerinin oyunu” gibi değerlendirildiğine dikkat çekti.
Proje kelimesinin böyle menfi manada kullanılmasının sosyolojik bir arka planı var.
Kadim tarım toplumunda işler, ilişkiler fazla karmaşık değildir. Yaşanan hayatta hemen her şey tekrara dayalıdır. Mevsimine göre ekim yapılır, hasat yapılır, mahsullerin bir kısmı tüketilir bir kısmı satılır ve döngü yeniden başlar. Her şeyin aşağı yukarı belli, her şeyin iyi kötü öngörülebilir olduğu bir ortamda uzun vadeli planlara, karmaşık stratejilere lüzum yoktur.
Sanayi toplumunda -şehirde- ise insanlar döngüyü kırmak, “kefeni yırtmak”, bir önceki yıldan daha çok kazanmak, daha iyi bir eve, daha büyük bir şehre taşınmak, sosyal mevkilerini değiştirmek derdindedirler. Doğrusal bir ilerleme peşindedirler.
Bunun için çok hesap kitap yapmak gerekir. İnsanlar, o hayallerindeki evi alabilmek için gerekecek parayı nasıl biriktireceklerini, çocuklarını -sosyal mevkilerini değiştirecek- iyi üniversitelere nasıl sokacaklarını, kendilerine avantaj sağlayacak çevrelere nasıl dâhil olacaklarını ince ince düşünür, yıllara yayılacak, safha safha uygulanacak şekilde planlar, projelendirirler.
Köylüler, şehirlilerin bu akıl erdirmekte zorluk çektikleri ince hesaplarına derin bir şüphe ile yaklaşırlar. Şehir hayatının gerektirdiği iyi hesaplanmış uzun vadeli stratejilerden ürker, şehirlileri sinsilikle, su altından su yürütmeyle, içten pazarlıklılıkla, hasbi olmamayla itham ederler.
O yüzden “plan”, “proje”, “strateji” gibi kelimeler köylülerin kafasında sevimsiz çağrışımları olan kelimelerdir.
***
Tarım toplumundan sanayi toplumuna, köyden kente geçişimizi hâlâ tamamlayabilmiş değiliz. Herkesin her işi yaptığı, gerçek bir uzmanlaşmanın söz konusu olmadığı, ilişkilerin rasyonel kurallardan ziyade duygusal uzlaşmalar üzerine kurulduğu kırsal hayatta formatlanmış zihinlerimizle şehir hayatında var olmaya çalışıyoruz.
Zihinsel hazırlıklar, ince düşünülmüş stratejiler bize bir şey ifade etmiyor! Elimizde işe yarayacağını düşündüğümüz tek aracımız var: Motivasyon!
Fatih Terim’in UEFA finali öncesi takımı ile yaptığı konuşma anlatmaya çalıştığımız durumun en güzel örneği. Futboldan azıcık anlayan herkes üç dakikalık konuşma içinde Terim’in strateji, taktik, oyun planı hakkında hiçbir şey söyleyemediğini, sadece futbolcuları olabildiğince motive etmeye çalıştığını görecektir. Bu konuşmasının içinde doğrudan öyle geçmese de internet camiası Terim’in sözlerini “taktik maktik yok bam bam bam” şeklinde formüle etti. Videonun başlığı da bu zaten.
Tesadüfi, konjonktürel yahut başka sebeplere dayalı olarak kazanılan başarılar, motivasyonun tek başına kâfi olduğuna inanmak isteyen kitlelerin yanılgısını derinleştiriyor.
Bize lazım olanın daha çok düşünmek, anlamak, planlamak, strateji geliştirmek, kurgulamak değil, daha çok koşmak, daha çok terlemek olduğuna iman ediyoruz.
Ama çözmemizi bekleyen meseleler, harman kaldırmak, ekim ya da hasat yapmak gibi çok kişinin gayrete gelip koşturmasıyla halledilecek işler değil!
Mesela her geçen gün daha kötüye giden eğitim sistemimizi sadece öğretmenlerimizi motive ederek, adeta çöken hukuk sistemimizi daha çok hâkim atayarak çözemeyiz.
Yerli otomobilimizi yapacak bir “babayiğit” aramak anlamsız. Çünkü yerli otomobili yapabilmek bir zekâ, kabiliyet ve planlama meselesi, cesaret ve güç meselesi değil.
Kamu kurumlarımızda binlerce mühendis istihdam ederek teknolojik atılımı gerçekleştiremeyiz. Çünkü teknolojik atılım daha çok adamın omuz atmasıyla sağlanacak bir şey değil.
Bu bir süreç. Eninde sonunda taktik, strateji, planlama, organizasyon ve proje kelimelerinin zihinlerimizdeki çağrışımları müspete dönüşecek. Bir noktada Süleyman Demirel’in köylü kitlelerin oyunu almak için formüle ettiği sözün tam tersine çevrilmesi gerektiğini anlayacak ve “Hayır! Bize pilav değil plan lazım” diyeceğiz.