Modern tarih felsefesinin, sosyolojinin ve iktisadın öncülerinden kabul edilen 14. asır filozofu İbn-i Haldun (1332 – 1406) tarihi “tekerrür eden biçimler” olarak tasavvur eder.
İbn-i Haldun’un basit ama basit olduğu ölçüde açıklayıcı ve kuşatıcı “döngüsel” formülü şöyledir:
Bedevilik (köylülük) ve Hadarîlik (şehirlilik) farklı üretim ve sosyal ilişki tarzlarına dayanır.
Bedeviler kırsal bölgelerde yaşarlar. Çoğu zaman göçebedirler. Gözü pekliğe, kaba kuvvetin sağladığı üstünlüğe, zorluklar karşısında akrabalarla yardımlaşmaya dayalı bir hayat tarzını benimserler.
Hadarîler şehirlerde yaşar, merkezi siyasal otoritenin, kuralların, sözleşmelerin, tüketim ilişkilerinin ve zeki uzmanların belirleyici olduğu kozmopolit bir toplumsal doku üretirler.
Devletlerin de insanlarınki gibi doğma, büyüme, yetişkinlik, güçten düşme ve ölme devirleri vardır.
Her millet, bir döngü içinde bu devirlerin birinden birine geçer ve her devirde farklı karakterler kazanır.
İbn-i Haldun’a göre devlet ancak güçlü olma ve başkalarına üstün gelme neticesinde kurulur.
Başkalarına galebe çalmak için ise, çok yoğun bir tarafgirlik duygusuyla (ki bu duyguya İbn-i Haldun “asabiyyet” ismini verir), bir düşünce ya da gaye etrafında birleşerek o düşünceyi gerçekleştirmek için kararlılıkla çalışmak gerekir.
Bedevilerde, asabiyyet hissi çok kuvvetlidir.
Açık sözlü, kuvvetli, savaşçı, birbirlerine sıkı sıkıya bağlı ama yabancılara karşı çekingen bedeviler, sinsi, içten pazarlıklı, soğuk, duygusuz, güvenilmez, hesapçı buldukları, oyunlarına akıl sır erdiremedikleri hadarîleri (şehirlileri) sevmezler.
Bedevilerin çevreden (kırsal bölgelerden), zenginliğin, şatafatın, kendilerininkine nispetle çok daha zahmetsiz bir hayatın merkezi gibi gördükleri şehirlerde yaşayan Hadarîlere hücumları eninde sonunda netice verir.
Hadarilerin şehirleri, kararlı, hedefe kilitlenmiş, yoğun asabiyyet hislerinin adeta gözlerini kararttığı bedevilerin saldırıları karşısında dayanamaz ve düşer.
Fakat şehirleri zapt eden bedeviler, artık çok daha kalabalık ve heterojen bir kitleyi sevk ve idare etmeye, karmaşıklaşan ekonomik ilişkileri yönetmeye mecburdurlar. Herkesi kendi merkezi otoritelerine bağlamak için hiyerarşik bir yapı kurmaları, o yapının işlemesi için kişilerden bağımsız, âdil kurallar koymaları gerekir.
Bunları bedevi yöntemleriyle yapmak mümkün olmadığı için onlar da “şehirlileşmeye”, medeni usulleri benimsemeye mecbur kalırlar. Zaman içinde, hiç sevmedikleri hadarilere benzer, onların yerini alırlar.
Ta ki yükselen yeni bir bedevi dalgası şehirlerini yıkıp, devirlerini sonlandırıncaya kadar…
Ve bu döngü, tarih boyunca tekrarlanır durur.
İbn-i Haldun’un öngördüğü döngüler asırlar boyunca tekrarlanmış olsa da artık bu döngülerin son kez yaşandığını ileri sürebiliriz.
Her şeyden önce taşra nüfusu hızla azalıyor. Mesela ülkemizde nüfusun yüzde doksandan fazlası artık il ve ilçe merkezlerinde yaşıyor. Dolayısıyla döngüyü tekrar başlatacak bir “bedevi insan kaynağı” olmayacak artık.
Bugünün hadarilerinin elindeki “yapay zekâ”, “veri bilimi”, “psikometri”, “robot teknolojisi”, “gen teknolojisi” gibi yeni iktidar araçları, kaba kuvvetle elde edilebilecek araçlar değiller!
Üstelik bu araçların etkisi ve gücü ülkelerin milli sınırlarını aşıyor.
Yeni medya/iktidar araçlarının sahiplerinin etkili olabilmek için gazete kağıdına, mürekkebe, güçlü verici antenlerine, frekans tahsisine, beslenecek geniş kadrolara, siyasi desteğe ihtiyaçları yok.
O yüzden sosyal medya şirketleri en güçlü siyasilere bile meydan okuyabiliyor.
O yüzden “son bedeviler”, bir yandan yeni iktidar araçlarını hiç olmazsa satın alarak yanlarına çekebilmenin yollarını araştırırken diğer yandan kendilerini karşısında aciz hissettikleri üstün zekâlara çaresizlik içinde hücum ediyor, başa çıkamadıkları teknolojik araçları üretenlerin kötü niyetli komplocular olduğuna halkı ikna etmeye çalışıyorlar.
Çünkü “son bedeviler”, ancak kitleleri korkutup, teknolojinin sağladığı konfor ve imkânlardan vazgeçmeye ikna edebildikleri müddetçe iktidarlarını sürdürebilecekler.