Sanal Cemaatler” kavramının mucidi Howard Rheingold, 1947 doğumlu Amerikalı bir yazar, eleştirmen ve öğretmen. Bu kavramı ilk olarak 1987’de yayımladığı “Virtual Communities: Exchanging Ideas through Computer Bulletin Boards” isimli makalesinde, yüz yüze iletişim kurma imkanı bulamayan, düşünce ve fikirlerini, dijital ağlar üzerinden paylaşan kullanıcı topluluklarını ifade etmek için kullanmış .
“Ağ Toplumu” kitabının müellifi Jan Van Dijk “sanal cemaatleri” zamana, mekâna ve fiziksel/maddi şartlara bağlı olmadan elektronik ortamda bir araya gelen kullanıcıların etkileşime girdikleri sosyal örgütlenmeler olarak tanımlıyor.
Bugün içinde yaşadığımız ağ toplumunda sanal cemaatlerin iki çeşidinden söz edebiliriz: “sanallaşan cemaatler” ve “cemaatleşen sanallıklar”.
Cemaatin sanallaşmasından kastımız, yüz yüze iletişimle kurulup büyümüş sosyal grupların, klasik anlamdaki cemaatlerin sanal ortama taşınması.
Bizde cemaat, “toplanma, bir araya gelme” anlamındaki “cem” kelimesinden türeyen bir kelime. İngiliz dilinde cemaat anlamına gelen “community” kelimesi de “iletişim” anlamındaki “communication” kelimesi de “ortak” yahut “paylaşılan” anlamındaki “common” kelimesiyle aynı kökten türüyor.
Cemaatler internetin sunduğu yepyeni iletişim ve paylaşım imkânları üzerinden sanal mecraya taşınıyorlar.
Mesela tarikatlar sosyal paylaşım sitelerinde sayfalar açıyor, facebook grupları kuruyor, liderlerinin twitter’da yayınladığı mesajlarının altına yazdıkları yorumlarla iletişime giriyorlar.
Bir de “gerçek” dünyada hiçbir karşılığı olmayan, tamamen sanal dünyada doğan ve zaman içinde bahse konu iletişim imkânları üzerinden gerçek kişiler arasında zihinsel ve duygusal birliktelik hissi yaratan sanal gruplaşmalar var. İşte onlara da “cemaatleşen sanallıklar” diyorum.
Mesela “ekşi sözlük” yahut “donanım haber” gibi sitelerde, gerçek dünyada birbirlerini hiç tanımayan, birbirlerinin bir kez olsun yüzünü görmemiş sesini işitmemiş kimseler bir araya geliyor ve bu birlikteliklerin zaman içinde kuralları oluşuyor.
Hangi türden olurlarsa olsunlar sanal cemaatler “akışkan” yapılar. Gerçek cemaatlerden birçok noktada ayrılıyorlar.
Bir kere dışlayıcı (exclusive) olamıyorlar. Bilgi otobanına bir kez çıkan birey, kendini tek bir sanal cemaate mahkûm hissetmiyor. Sanal cemaatlerin, mensuplarını bu açıdan sınırlama imkânları yok. O yüzden klasik cemaatlerde beklenen türden bir “adanmışlık” söz konusu olamıyor.
Sanal dünyada “öteki” cemaatlerle etkileşime girmek çok daha kolay. Bu da cemaatler arasında hem geçişkenliği hem çatışmayı arttırıyor.
Fiziksel uzaklık ve anonimlik etkileşimin mahiyetini değiştiriyor. Normal hayatta, yeni girdiğiniz bir sosyal grupta kendinizi temel muaşeret adabına dikkat etmeye, grubun hassasiyetlerini tanıyıp anlayana kadar dikkatli olmaya mecbur hissedersiniz ama sanal dünyada işler böyle yürümüyor.
İnsanların her an terk edip, istemedikleri müddetçe tekrar iletişime girmek zorunda kalmayacaklarını bildikleri topluluklar içindeki tavırları farklı oluyor.
Samimiyetsiz, çıkara dayalı, adanma, fedakârlık, hatta bağlılık bile gerektirmeyen bu yeni cemaatlere eleştirel yaklaşan James Beniger ve Scot Peck gibi bazı düşünürler sanal cemaatlerin “sahte cemaat” (pseudo-community) olarak nitelenmesi gerektiğini ileri sürüyor.
Ağ toplumu, bir yandan bireyselleşmeyi öne çıkarıp hızlandırırken bir yandan da fertleri akışkan sanal cemaatlere iterek çarpık bir toplumsallaşmayı teşvik ediyor.
Sanal cemaatler “sahte” olsalar bile etkileri son derece gerçek.
Gönüllü olarak kendi zihinlerine kapı açan bireyler, manipülasyona karşı savunmasız hale geliyorlar.
İnsanlar artık kendi sesimi duyurma imkanına kavuştum, kendimi baskın toplumsal yapıların zincirlerinden kurtardım zannederken fark etmeden sanal bir koronun vasıfsız bir elemanına, bir papağana, bir klona dönüşüyorlar.
İnsanların benliklerini, her türlü manipülasyona açık sayısız sanal cemaat içinde kaybedip, dijital toplum mühendisliğinin nesnelerine dönüşme ihtimalleri var.
Bu ciddi tehdit karşısında bir farkındalık geliştirmemiz gerekiyor.