Hemen hemen herkes çocukluk çağlarını güzel hatırlar.
Sağlıklı, güçlü, meraklı, heyecanlı, ümit dolu gençlik yıllarımızı hep hasretle anarız.
Hayata atılıp para kazanmaya başladığımız yaşlarımızı iç çekerek yad ederiz.
O güzel eski zamanlardan burnumuzda kalan kokular, kulağımızda kalan sesler, içimizi dolduran hisler, o yıllarda dinlediğimiz müzikler, izlediğimiz filmler, gezdiğimiz yerler, okuduğumuz kitaplar, edindiğimiz tecrübeler, ilk aşkımız, ilk işimiz hep tatlı hatıralar olarak zihnimizde döner durur.
Tüm bu eski güzel anıları hatırladıkça hissettiğimiz duygusal yoğunluğa “nostalji” diyoruz.
Nostalji, sadece kişisel seviyede değil toplumsal seviyede de yaşanıyor.
Eski dönemin kültürel simgelerine, geleneklerine veya geçmişteki müşterek tecrübelere duyulan özlem de gayet yaygın bir his olarak karşımıza çıkıyor.
İnsan tabiatının bir parçası olan bu “normal” hislerin, “anormal” bir şekilde körüklendiği, öne çıkarıldığı, her taraftan bizi sarıp sarmaladığı bir dönemden geçiyoruz.
“Retro”, yani geçmişe dönük bir çok şey tekrar tekrar hayatımıza giriyor.
Geçmişimiz, adeta bize musallat oluyor!
Mesela son yıllarda pek çok eski “hit” şarkının yeniden düzenlenmiş halleri ile piyasaya sürüldüğüne şahit oluyoruz.
Sezen Aksu’nun, Erol Evgin’in, Barış Manço’nun, Özdemir Erdoğan’ın, Kayahan’ın, Cem Karaca’nın, Fikret Kızılok’un eski şarkıları durmadan yeni yorumlarla çıkıyor karşımıza.
Her geçen gün 70’ler, 80’ler, 90’lar müzikleri çalan nostalji radyolarına yenileri ekleniyor…
“Nostaljik” şarkılar pop müzik piyasasında daha önce görülmemiş bir ağırlık kazanıyorlar.
Bu sadece ülkemizde böyle değil. Dünyada da benzer bir trend var.
İngiliz müzik araştırmacısı Simon Reynolds, 2011 tarihli “Retromania: Pop Culture’s Addiction to Its Own Past” adlı kitabında bu durumu “retromanya” (nostalji çılgınlığı) olarak adlandırıyor ve bunun kapitalizmin kendisinden kaynaklandığını, kapitalizmin nostalji trendlerini beslemede ve hızlandırmada önemli bir rol oynadığını iddia ediyor.
Reynolds, kapitalizmin geçmişe olan saplantımıza nasıl katkıda bulunduğunu, şöyle izah ediyor:
Kapitalizm, eskiyen ürünleri (hala iş görüyor olsalar bile) hızla modası geçmiş hale getirip sürekli yeni ürünler ve trendler üretir. Fakat bu amansız “planlı eskitme” döngüsü, “vintage” veya “retro” olarak yeniden keşfedilmeye ve değerlendirilmeye hazır, hızlıca tüketilip atılmış kültürel ürünlerden müteşekkil devasa bir yığın yaratır. Bu “eskitilmiş ürünlerin” tekrar paraya dönüştürülmesi kolaydır. Çünkü kitlelerce beğenildikleri, satın alındıkları daha önce kanıtlanmıştır. Yapılması gereken sadece yeniden parlak bir ambalajla sunulmalarıdır.
Kapitalizm, nostaljiyi kolayca metalaştırır. Nostalji pazarı kazançlı bir pazardır.
Dijital kapitalizm çağında, sınırsız erişim ve sonsuz seçenek sunan yayın hizmetleri, dijital indirmeler ve çevrimiçi arşivler hiçbir dönemde görülmemiş çeşit ve miktarda müzik sağlar. Bu bolluk, bir bunalma ve kaybolma hissine yol açar. Her yandan bir sesin çıktığı sonsuz bir kakofoni içinde aşina olduğumuz geçmişin rahatlığını, kulağımıza tanıdık ve ahenkli gelen sesleri ararız.
Zenginliğin fiziksel üretimden ziyade enformasyon, hizmetler ve finans yoluyla üretildiği bir post-prodüksiyon ekonomisinde yaşıyoruz. DJ’ler ve sample tabanlı müzikle örneklenen bu “post-prodüksiyon” yaklaşımı, yeni varlıklar yaratmak yerine mevcut varlıkların manipüle edilmesi yoluyla kâr edilen geç kapitalizmin mantığını yansıtır. Bunu şöyle açabiliriz: Nasıl finans kapitalizminde sınai üretimin sıkıntılarına girmek yerine finansal araçlar üzerinden para kazanmak tercih ediliyorsa, müzikte de yeni üretim risklerine girmek yerine başarısını ispat etmiş ürünlerin allanıp pullanıp yeniden piyasaya sürülmesi daha garantili bir yöntem olarak görülür.
Nostalji hissine saplanmış “retromanyak” bir kültür sürdürülebilir midir?
Bu sonsuz geri dönüşümün sonunda geçmişin değerinin tükenip tükenmeyeceğini, aşırı kullanım neticesi içi boşalmış kopyalardan oluşan bir kültür manzarasıyla baş başa kalıp kalmayacağımızı hep beraber yaşayıp göreceğiz.