Geçtiğimiz asrın sonlarında internet devrimini yaşadık.
İlk olarak, etkileşime girilemeyen, sadece okunan, seyredilen web sayfalarıyla tanıştık.
Teknolojinin hızla gelişmesiyle birlikte web siteleri sadece okunabilen sayfalar olmaktan çıkıp etkileşime girilebilen arayüzlere dönüştü.
Bu gelişmeyle ortaya çıkan ikinci nesil internet hizmetlerine, yani yorum yazılabilen haber sitelerine, herkesin bol bol tartıştığı forum sayfalarına, Twitter, İnstagram, Facebook gibi sosyal medya platformlarına, Wikipedia, Ekşi Sözlük gibi kolektif sözlüklere, internet kullanıcılarının ortaklaşa içerik üreterek besledikleri gelişmiş internet sayfalarına Web 2.0 ismi verildi.
Web 2.0 ile internet sayfaları televizyon yayınlarından gerçek anlamda ayrıştı.
Artık insanlar kitlesel değil bireysel bazda temas kurdukları, kendileri için özelleştirilebilen bir medyaya sahip olmuşlardı.
İçerikler yayıncılar tarafından değil de katılımcı kullanıcılar tarafından üretilir olunca, her birey için özelleşmiş içeriklerin üretilmesi beklentisi önemli ölçüde karşılanmış oldu.
Bilgi toplumundan ağ toplumuna geçerken, “ağın” düğüm noktalarında konumlanan insanlar, “tüketici” konumundan “üretici” konumuna geçtiler.
İnternette tüketime açılan içeriklerin çoğunu yayıncılar değil sıradan insanlar üretir hale geldi.
Facebook’a, Instagram’a fotoğraflarımızı, videolarımızı yüklemesek, Twitter’da, Ekşi Sözlük’te yorumlarımızı yazmasak bu platformlar bomboş kalıp çökerler.
Fakat bu yeni hâl, yeni komplikasyonlar üretti!
Daha önce kitleler için içerik üreten gazeteciler, yayıncılar, programcılar belli eğitim kademelerinden geçmek zorundaydılar. Usta çırak ilişkisi içinde yetişiyorlardı. Kimlikleri belliydi. Etik ve hukuki kuralları da iyi kötü takip etmeye mecburdular.
Fakat artık içerik üretimi işini üstlenen sıradan insanlar için böyle kısıtlar söz konusu değil.
Böylece okuduğunu anlayamayan, derdini anlatmakta zorluk çeken, imla bilmeyen, herhangi bir etik sınırı olmayan ve müstear isimlerin ardına saklanan kimselerin mühim kısmını teşkil ettiği bir “üretici” nesli türemiş oldu.
Hayatında tek bir romanı bile baştan sona okuyup bitirmemiş, bütün müktesebatı sağdan soldan işittiklerinden ibaret olan kimseler, bütün sosyal medya platformlarını domine etmeye başladılar.
Bu insanlar -beklendiği üzere- karşısında aşağılık kompleksine kapıldıkları uzmanları, gerçek bilgi ve tecrübe sahiplerini hafife alıp itibarsızlaştırmaya çalıştılar.
Teknoloji bir yandan yeni imkânlar sunarken, bir yandan da bazı acı gerçeklerin ifşa olmasına sebep oldu.
Filtresiz, çekincesiz, otokontrol olmaksızın paylaşılan yorumlar, bir sosyal röntgen misali ortalama insanımızın cehaletini, kabalığını, komplekslerini, karakterini, seciyesini, ahlak ve eğitim seviyesini ortaya koyuyor.
Ne yazık ki sağcı, solcu, dinsiz, dindar fark etmeksizin, göz ardı edilemeyecek sayıda insanımızın, bu tür zorbaca ve saldırgan tepkiler verdiğini müşahede ediyoruz.
Murat Bardakçı, 8 Mayıs 2022’de yayımladığı “Asil milletimizin zarif ve entelektüel yorum yeteneği” (www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/3431580-asil-milletimizin-zarif-ve-entellektuel-yorum-yetenegi) başlıklı yazısında, bir internet sitesinde, İngiltere kraliçesinin iyileştiğine dair bir haberin altına yapılan hakaretamiz, kaba, alaycı yorumlardan, düşmanlık, haset ve kin dolu mesajlardan örnekler vererek, meselenin bu boyutuna dikkat çekmişti.
Çok insanımızın korku, öfke, kin ve nefret ile dolu olduğunu, dedikoduya bayıldığını, yalan söylemekten, hakaret etmekten, sahtekârlık yapmaktan, başkalarını aldatmaktan rahatsızlık hissetmediğini, son derece menfaatperest, ahlakçı, ırkçı, cinsiyetçi söylemleri benimsediğini, kolayca dolduruşa gelip linç gruplarına dâhil olduğunu görüyoruz.
Ziya Paşa, “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde” demiş ama ağ/enformasyon toplumunda “laf” ve “eser” neredeyse eşitleniyor.
Ve ne yazık ki “rütbe-i aklımız” alarm veriyor.
Çünkü yine Ziya Paşa’nın deyimiyle: “Üslub-u beyan, ayniyle insan.”