Netflix’te yayınlanan Güney Kore yapımı Squid Game dizisi küresel çapta büyük ilgi gördü.
Güney Kore’li yönetmen ve senarist Dong-hyuk Hwang’ın 2008’de senaryosunu yazdığı ama ancak 2020’de çekme imkânı bulabildiği dizi, tıpkı tüm dünyanın dikkatini çeken diğer Güney Kore yapımı filmler Snowpiercer(2013) ve Parasite(2019) gibi ciddi bir sosyal düzen eleştirisi üzerine kurulmuş.
Squid Game dizisindeki eleştiri, bahse konu filmlerdeki, “gelir dağılımındaki adaletsizlik”, “alt sosyo-ekonomik sınıfların birbirine düşürülmesi”, “toplumsal sınıflar arası mesafenin giderek artması”, “gençlerin çaresizlik ve ümitsizlikleri” gibi temalardan hareket ediyor.
Dizinin mesajını daha iyi anlayabilmek için Güney Kore ile ilgili biraz arka plan bilgisine ihtiyaç var.
1980 yılı itibarıyla ülkemiz, Güney Kore ile aşağı yukarı aynı gelişmişlik seviyesindeydi. Güney Kore akıllıca bir yönetim, iyi planlama ve sıkı çalışmayla tasarruf, yatırım, bütçe, enflasyon, işsizlik, cari denge gibi sorunlarını büyük ölçüde çözerek GSYH’sini 2020 itibarıyla 1,6 trilyon doların üzerine çıkarttı. Türkiye aynı dönemde maalesef gelirlerini Güney Kore’nin yarısı kadar bile arttıramadı.
Güney Kore, Kia, Hyundai, Daewoo, Ssangyong gibi otomotiv şirketlerinin yanısıra Samsung, LG, SK hynix gibi dünya çapında meşhur teknoloji şirketleri çıkararak çok kısa zamanda bir “sanayi toplumu” olmayı başardı. 2017 itibarıyla kişi başına düşen milli gelirini 30.000 doların üzerine yükseltti. Bizim kişi başına düşen milli gelirimiz hiçbir zaman 13.000 dolar çıtasını aşamadı.
Sanayileşmenin, gelişmenin son durağı olmadığı bilen Güney Kore, diğer gelişmiş ülkeler gibi sanayi toplumundan “enformasyon toplumuna” geçme yolunda ciddi adımlar atmaya başladı.
Bilgiye dayalı bir toplumda insan sermayesin doğal kaynaklardan veya endüstriyel üretimden daha önemli olduğunu ve ülkedeki insanların nitelik ve kapasitelerinin milli rekabet gücünün barometresi sayıldığını bilerek eğitime ciddi yatırımlar yaptı.
Enformasyon toplumunun kıymetlisi: “nitelikli enformasyon”. Bilimsel ya da teknolojik bilgilerin, buluşların yanısıra sıra dışı, nitelikli kültürel üretimler, medya içerikleri de buna dahil.
Kore bu şuurla, dünya çapında ilgi gören “kültürel ürünler” üretip pazarlamaya başladı.
K-Pop denilen Kore pop müziği dünyaya ihraç edilmeye başladı. Psy isimli Güney Kore’li şarkıcının “Gagnam Style” klibi internette en çok izlenen video oldu. BTS, Blackpink gibi Koreli pop grupları Beatles ayarında küresel bir tanınırlık ve kazanç sağladılar.
Güney Kore dizileri, filmleri önemli ödüller almaya başladı. Kim Ki-duk (3-Iron, The Net), Park Chan-wook (Oldboy, The Handmaiden), Hong Sang-soo (Right Now, Wrong Then, Night and Day), Im Sang-soo (The Housemaid, The Old Garden), Lee Chang-dong (Peppermint Candy, Poetry) , Bong Joon-ho (The Host, Snowpiercer, Parasite) gibi yönetmenler, Park Hyoung-su, Kim Hoon gibi Kore’li edebiyatçılar, Do-ol Kim Yong-ok, Jaegwon Kim, Han Sang-jin, Seo Dong-jin ve Türkçe’ye de tercüme edilen “Şeffaflık Toplumu”, “Kapitalizm ve Ölüm Dürtüsü”, “Şiddetin Topolojisi” kitaplarının yazarı Byung-Chul Han gibi Güney Koreli sosyologlar, felsefeciler önemli eserleri ile tanınmaya bilinmeye başladılar.
Güney Kore, İngiltere, Amerika, Almanya, Japonya gibi ülkelerin yüz-yüz elli yılda aştıkları, tarım ekonomisinden sanayi ekonomisine geçiş safhasını, aşağı yukarı elli sene içinde başarıyla ardında bırakabilmiş bir ülke.
Ama Squid Game, bir yüzü göz kamaştıran Güney Kore madalyonunun diğer yüzündeki karanlığı, yaşanan hızlı dönüşümün ülkede sebep olduğu adaletsizlikleri, yolsuzlukları, eşitsizlikleri anlatıyor.
Kore, sanayileşmedeki başarısını, artan gelirlerin âdil şekilde paylaşılmasında sergileyemiyor.
Fakirliğin üzerine şimdi bir de borçlanma ve işsizlik ekleniyor.
Anlatılan kriz aslında Güney Kore’ye mahsus değil. Küresel ölçekte yaşanan çok derin bir kriz.
Dizinin büyük ilgi görmesinin ardında biraz da dünyada pek çok kimsenin hissettiği, sıkışmışlık, çaresizlik ve ümitsizlik hislerine tercüman olması yatıyor.