Şöyle güzel bir söz var:
“Eğer kendinizi elinizde kazmayla derin bir kuyunun dibinde bulduysanız yapmanız gereken ilk iş kazmayı bırakmaktır.”
Bugünlerde bu sözü sık sık hatırlar olduk.
Adâletten siyasete, eğitimden ekonomiye kadar birçok alanda derin bir çukurdayız ve hırsla kazmaya, “kuyumuzu” derinleştirmeye devam ediyoruz.
Neden böyle? Neden kazmayı bırakamıyoruz? Neden kuyudan kurtulma planları yapıp o planları hayata geçiremiyoruz?
Bunun dört muhtemel sebebi akla geliyor:
1-Kuyuda olduğumuzun farkında olmayabiliriz
Çok etkili bir propaganda makinesinin sürekli bombardımanı altındayız. Makineyi çalıştıranlar kendilerini de, başka birçok insanı da ülkemizin “muhteşem mazisine dönmek” için kanatlanmak üzere olduğuna ikna etmiş vaziyetteler. Karşılaşılan krizlerin, içerideki “hainler” ve dışarıdaki “düşmanlarca” abartılmış ufak tefek pürüzler olduğuna, dünyanın süper güçlerinin bile bizi “kıskandıklarına”, kendilerine karşı tehdit olarak gördüklerine ve gelişmemizi engellemek, olmadı yavaşlatmak için tuzaklar kurduklarına inanmak isteyen önemli bir kitle var. Bu kitle kendi zihin konforunu bozmamak için -yapabildiği müddetçe- gözünün önündeki hakikati inkâr edecektir.
2-Çukurdan çıkmak için gereken motivasyonu kendimizde bulamıyor olabiliriz.
Yanlış istikamette olduğumuzu görmekle beraber bu gidişatı durdurmak, yönünü çevirmek için gereken yüksek enerjiyi toplamak zor. Çukurun derinliğine bakıp ümitsizliğe kapılmak ise işten bile değil.
3-Yanlış kararlar verdiğimizi kabul edemiyor olabiliriz.
Kuyumuzu kendimiz kazdık ve kazmayı sürdürüyoruz. Kimse bir kuyu kazıp bizi içine atmadı. Kazmaya giriştiğimizde belki harika bir fikir gibi gelmişti ama şimdi yanlış kararlar verdiğimizi itiraf etmemiz gerekiyor ki bu da her babayiğidin harcı değil. Neticede kuyuyu derinleştiren her kazma darbesi bir tür yatırımdı. İnsanlar yanlış yatırım yaptıklarını kolay kolay kabul edemezler. Ne kadar çok yatırım yaptılarsa hatalarından dönme ihtimalleri o kadar azalır.
4-Ne yapacağımızı, nasıl kurtulacağımızı bilemiyor olabiliriz.
Toplumu, bugün içinde bulunduğu kuyuyu kazmaya teşvik edenler, kendilerini bir anda derinliklerinde buldukları bu kuyudan çıkmanın yolunu bilmiyor olabilirler. Zaten gidişatı görüp yol yakınken kazmayı durdurmamış olmaları da ellerindeki formüllerin yetersizliğine ve ferasetlerinin eksikliğine işaret ediyor. Bu şartlarda, bir kurtuluş planı olmadan kazmayı bırakmak kendi kazdıkları mezara uzanıp ölümü beklemek anlamına geleceği için makul bir hamle değil.
İnsanımız maalesef işin ucu bizzat kendisine dokunmadıkça “kuyuyu” fark edemiyor.
Adaletin çöktüğünü, hak aramanın imkansızlaştığını, hukuk kurallarının tamamen keyfi şekilde yorumlandığını ancak iftiraya uğrayıp işinden olanlar, hiçbir suçu olmadığı halde KHK’larla kendini kapının önünde bulanlar tecrübe ederek görüyorlar.
Eğitim sistemimizin ve öğretmenlerimizin yetersizliğini, okulların laçkalığını, müfredatın gereksiz yoğunluğunu, okul kitaplarının kalitesizliğini sadece bazı öğrenciler ve anne babaları fark ediyorlar.
“Dünyayla yarışacak teknolojiler üretiyoruz, yarın öbür gün yerli otomobilimizin, savaş uçağımızın seri üretimine başlarız” türünden iddiaların temelsizliğini, yeni mezun olup çalışmaya başlayan genç mühendisler kendi gözleriyle gördükleri zaman anlıyorlar.
Fakat bunların içinde “ekonomi” bir istisna.
Ekonomideki kötü gidiş, yaşlı, genç, dindar, seküler, okumuş, okumamış, herkesi doğrudan etkilediği için diğer her şeyden çok görünürlük kazanıyor.
İllüzyon bozuluyor, perde kalkıyor ve bir cennet bahçesinde değil, bir kuyunun dibinde olduğumuz ayan beyan ortaya çıkıyor.
Buna rağmen bir müddet daha kuyumuzu kazmayı durduramayacağız.
Yukarıdaki sebeplerden sadece ilki ortadan kalkar gibi olsa da diğerleri geçerliliklerini bir süre daha muhafaza edecekler.
Ancak ilk sebep, yani “farkındalık” hepsinden önemli. Acı gerçekleri inkâr etmeyi sürdürdükçe bu fasit daireden çıkamayacağız.
Hakikatle yüzleşerek kendi kuyumuzu kazmayı bırakmalı, derhal çıkış yollarını aramaya başlamalıyız.