İspanyol yazar Miguel de Cervantes Saavedra’nın meşhur romanı Don Kişot’un ana kahramanı Alonso Quixano, ellili yaşlarında, fantastik şövalye hikayelerini okuya okuya gerçekle hayali birbirinden ayırt edemeyecek hâle gelmiş eski bir toprak ağasıdır.
Gerçeklikle bağları iyiden iyiye kopunca, okuduğu hikayelerde anlatılan şövalyelik ruhunu dirilterek “milletine hizmet etmeye” karar verir. Bunun için bir “gezici şövalye” olacak, maceralara atılacaktır.
Kaburga kemikleri sayılan, sütçü beygiri de denilebilecek ihtiyar atı, Don Kişot’un hasta zihninde İspanya topraklarını o güne kadar çiğnemiş en güzel hayvandır. Çelimsiz atı ona, “Pegase’in kanatlı atından daha çevik, Bayard’ın atından daha kuvvetli, İskender’in kısrağı Bucephale’den daha zarif” görünür.
Her “haysiyet sahibi” atın bir ismi olması gerektiğinden Don Kişot atını “Rociante” diye çağırmaktadır. Cervantes bu ismi seçerken zekice kelime oyunları yapmıştır. İlk başta süslü bir isim gibi görülse de İspanyolca “Rocín” “sütçü beygiri”, “kalitesiz at”, “cahil adam” ve “dırdır” gibi anlamlara gelir. “Ante” ise “eskiden”, “önceden”, “bir zamanlar” gibi anlamlar taşır. Yani “Rociante” “eski dırdır” ya da “bir zamanların sütçü beygiri” olarak anlaşılabilir.
İlk iş olarak, basit bir çiftçi olan Sancho Panza’yı seyisi, hizmetçisi, silahtarı ve “yancısı” olarak işe alır. Beraberce Don Kişot’un marazi zihninin ürünü alternatif bir gerçeklikte seyahate başlarlar.
“Panza” İspanyolca “karın” ya da “göbek” demektir. Sancho Panza da göbekli, yemekten, içmekten ve mal biriktirmekten başka bir şey düşünmeyen, okuma yazma bilmeyen ama efendisinin sanrılarının farkında olan ve buna rağmen itaatte ve sadakatte kusur etmeyen bir köylüdür. Zira efendisinin ipe sapa gelmez hayallerine inanır gibi görünmek başta olmak üzere “çeşitli hizmetlerinin” karşılığında gayet somut ödüller beklemektedir. Efendisi ona fethedeceği bir adayı vermeyi vaat eder. Sancho Panza “ada” kelimesini daha önce işitmemiştir ama kıymetli bir şey olduğunu tahmin ettiği bu ödülün, yaşamaya razı olduğu problemlerin mükafatı olacağını düşünmektedir.
Don Kişot kendini kabadayı bir eski zaman şövalyesi gibi gördüğü için sürekli macera aramaktadır. Küçük ve ilgisiz şeyleri bahane edip sürekli kavga çıkartmaya çalışır. Zira şövalyeliğini gösterebilmek için kavgaya ihtiyacı vardır. Fakat bu çabalar genellikle yancısıyla beraber feci şekilde dayak yemeleriyle neticelenir.
İşin ilginç tarafı yenilen dayaklar, yaşanılan fiyaskolar Don Kişot’un aklını başına getirmez, bilakis deliliğini arttırır.
Kitabın en meşhur hikayesinde Don Kişot yolda giderken gördüğü yel değirmenlerine saldırır. Onların, okuduğu fantastik hikâyelerdeki devler olduğunu sanmıştır. O sırada rüzgârın esmesiyle dönmeye başlayan kanatlardan biri Don Kişot’a çarpar ve atıyla beraber yere yuvarlanan kahramanımız fena yaralanır. Üstelik mızrağı da kırılmıştır. Don Kişot yerde yaralı yatarken aptalca hatasını hemen yeni bir hayalle tevil eder: Bir düşman büyücü, sırf Don Kişot yenip şan şöhret kazanmasın diye devleri bir anda yel değirmenlerine dönüştürmüştür!
Cervantes’in on yedinci asrın başlarında kaleme aldığı, batı edebiyatının kurucu metinlerinden sayılan bu müthiş, bu zihin açıcı alegori adeta zamanlar üstüdür.
Kafalarında kurguladıkları sanal bir gerçeklikte yaşamaya başlayan sıradan kişilerin müşahede altına alınıp tedavi edilmesi gerektiği konusunda neredeyse herkes hemfikirdir.
Fakat gerçeklikle bağını koparanlar güçlü, zengin, etkin pozisyonda kişilerse iş değişir.
Elinin altındaki imkânları ve sahip olduğu kabiliyetleri abartan, büyük bir kahraman, seçilmiş bir kişi olduğundan şüphe duymayan, çoktan yitip gitmiş, belki de gerçeklikte hiç mevcut olmamış bir hayatı, bugün cariymiş gibi yaşamaya ve çevresine de zorla yaşatmaya çalışan yeni bir Don Kişot çıkmaya görsün, onun çılgın hayallerine inanmış gibi görünerek çeşitli avantajlar elde etmeye hazır Sancho Panza’lar türeyiverir dört tarafta.
Bu trajikomik hikâyenin tekerrür edip durması ne gariptir…