Bir arada yaşamak için kanunlara, kurallara, yazılı ya da yazılı olmayan ilkelere ihtiyacımız var.
Binlerce yıllık insanlık tecrübesinin bize öğrettiği bir şey bu.
Tarih boyunca toplumsal kuralları tanımayıp her fırsatta ihlal etmekten çekinmeyen güçlülerin, dizginleri ele geçirdiği zaman ve mekânların hep var olageldiği bir gerçek.
Tıpkı zorbaların zayıflayıp, güçten düştükleri anda yok edilmekten kurtulamadıkları gerçeği gibi.
Kemal Tahir’in, “Kurt Kanunu” romanında Kara Kemal Bey’e söylettiği “Kurtlukta düşeni yemek kanundur” sözü işte bu gerçeğin altını çizer.
“Kurt kanunu” kanun falan değildir, orman kanununun yani kanunsuzluğun diğer adıdır.
Herkesin kendinden zayıf olanı ezerken kendinden güçlü olanlara yaltaklandığı, gayri insani bir düzeni tarif eder.
Adaletin, hakkın değil acımasızlığın, kıyıcılığın geçer akçe sayıldığı kesif bir zulmetin düzenidir.
Kurt kanununun yürürlükte olması çoğu zaman ilkelliği, az gelişmişliği, bazen de “anomi” dönemlerinin yaşandığını gösterir.
Anomi kabaca, sarsıcı toplumsal değişimler yaşanırken sosyal düzene inancın kaybolmasıyla ortaya çıkan bir normsuzluk ve kuralsızlık durumudur.
William Gerald Golding’in “Sineklerin Tanrısı” romanı, zihinsel gelişimini tamamlamamış çocuklar üzerinden, ilkel zihinlerin zorbalaşmasının hikayesini anlatır.
“Büyüklerin” ve onların geçerliliğini temin ettiği “kuralların” yokluğunda, kaba kuvvetin tanrılaştırıldığı bir düzenin kurulmasının nasıl işten bile sayılmayacağı ve o düzenin ne korkunç felaketlere yol açabileceğini gösterir.
İnsanın içinde gizli karanlığı bütün dehşetiyle ortaya çıkarabilecek durumların anlatıldığı, “post-apocalyptic” denilen, “kıyamet senaryosu” diye çevirebileceğimiz türden senaryolarla çekilen sayısız film ve dizi var.
Bunlardan biri bütün dünyada elektriğin ve dolayısıyla tüm elektronik cihazların kullanılmaz hale gelmesinden sonra kurulan vahşi düzenin anlatıldığı, 2012 tarihli Revolution dizisi.
Gözünü kırpmadan cinayet işlemekten çekinmeyen, palalarla kafa kesme becerisine sahip kanlı katillerin liderlik koltuklarına nasıl oturacaklarını ve nasıl zorbaca bir düzen kuracaklarını anlatıyor.
Bir diğer meşhur post-apocalyptic dizi 2010 yılından bu yana, on sezondur devam eden “Walking Dead”. Medeniyetin sonunu getiren bir virüs salgını sonucu ortaya çıkan zombilerden korunmak insanların en öncelikli meselesi olunca, vasıfsız -ama acımasızlıklarıyla ve ahlaksızlıklarıyla öne çıkan- kimselerin nasıl hâkim pozisyonlara yerleşebileceğini gösteriyor.
Bu tür filmlerden bahsederken ilki 1979 yılında gösterime giren Mad Max serisinden bahsetmemek olmaz. Bu seride de tüm sosyal yapıların ortadan kalktığı bir gelecekte, kabile hayatına dönen, vahşileşen, hayatta kalabilmek için çalıp çırpmaktan, çoluk çocuk demeden öldürmekten çekinmeyen insanların birbirleriyle mücadeleleri anlatılıyor.
Bizde böyle kıyamet senaryolu, zombili film ya da dizi çekilmedi ama neredeyse bir asırdır yaşadığımız anomiyi gösteren, Kemal Tahir’in yukarıda bahsettiğimiz sözünden mülhem “Kurtlar Vadisi” dizisi yıllarca kendine seyirci bulabildi.
Kerameti kendinden menkul, sözüm ona vatansever tiplerin, kendilerini kontrol edecek kuralların ve kurumların yokluğunda takır takır cinayetler işledikleri, kirli işlere bulaştıkları, hileler peşinde koştukları, birbirlerine üstünlük kurmak için kıyıcılıkta sınır tanımadıkları hikayeler, sadece ülkemizde değil bize benzer süreçleri yaşayan Ortadoğu ülkelerinde de “kaba kuvveti” adeta kutsayan milyonları büyüledi.
Kurtlukta düşeni yemek kanunsa düşmemek için her yol mubah sayılırdı. Rakipleri yemek için düşürmek ise hayatın amacı!
Bilmem ki bu ilkesiz, aşağılık, gayri insani, medeniyetten uzak hayat kavrayışının ekranlara taşınmasına mı, yoksa kendisine bu kadar çok müşteri bulabilmesine mi üzülmeli.
Maalesef “kaba kuvvete” sahip olabilmeyi hayatlarının gayesi yapan, taparcasına bağlandıkları güç sahiplerinin paçasına yapışarak var olmaya çalışan, zayıf gördükleri kimseleri ezmekte tereddüt etmeyen insanların sayısı hiç az değil.
Ama onlar değilse bile onların çocukları böyle korkunç bir dünyada yaşamayı reddedecekler.
Ümidimiz budur.