Ali Denizci ve “Deliler Kahvesi” projesinden, bir youtube videosu (https://youtu.be/OBAKmOv3XAs) sayesinde haberdar oldum.
Anlatılanlar karşısında hayrete düşmemek, iyi yürekli insanların çabalarına hayran olmamak mümkün değildi. Daha sonra Ali Denizci ve bu proje hakkında soru işaretleri doğurabilecek haberler de çıktı ama bunlar da ilgili videonun ilham ettiği fikirleri paylaşmaya mâni sayılmaz.
Önce hikâyeyi anlatalım…
Ali Denizci varlıklı ve eğitimli bir ailenin çocuğu olarak Boğaz’da bir yalıda doğmuş. Etiler Lisesi’nde okurken, çevresindeki gördüğü adaletsizliğe ve eşitsizliğe isyanı onu önce ateizme, sonra yasadışı sol bir örgütte dâhil olmaya itmiş. Yakalanmış, iki yıl hapis yatmış. Çıkınca okulu bırakıp bir şirkette çalışmaya başlamış. Daha sonra o işten de ayrılıp müteahhitliğe soyunmuş ve kısa sürede büyük paralar kazanmış.
Ali Denizci’nin hikâyesi işten buradan sonra acayipleşiyor. Zengin olsa da kazandıklarını kaybetme endişesiyle içini kaplayan büyük huzursuzluk onu içki ve uyuşturucuya sevk etmiş. Nihayet korkularıyla yaşayamayacağını anlayınca radikal bir karar alarak malını mülkünü terk edip kendi alkole vurmuş. Sokaklarda yaşamaya başlamış. Ama endişe ettiği gibi aç kalmadığını görmüş. Üç buçuk yıl sokaklarda yatmış. Kardeşleri onu hastaneye kaldırmışlar. Siroz olduğu anlaşılmış. Doktorlar bir sene ömür biçmişler. O da Aşiyan Mezarlığı’nda kendine bir mezar satın alıp, o boş mezarda, bir yandan içerek, bir yandan kitap okuyarak, düşünmüş durmuş.
Ve nihayet sekiz buçuk ay önce ateist olarak girdiği mezardan bir sûfi olarak yeniden doğmuş. Alkolü ve uyuşturucuyu bırakıp hayatında yeni bir sayfa açmış. Mahallenin meczuplarına sahip çıkıp karınlarını doyurmaya, üstlerini giydirmeye başlamış ve nihayet “Derviş Baba Deliler Abdallar Meczuplar ve Aşıklar Kahvehanesi” ismini verdiği yeri açmış.
Yazının başında bahsettiğim video işte bu kahvehanede çekilmiş. Şimdi gelelim bu videodan hareketle yaptığımız bazı sosyolojik tespitlere:
Bu hareket, her şeyden evvel “şehirli” bir hareket.
Ali Denizci şehirde doğmuş büyümüş, şehirde eğitim almış.
Şehirli olmak, hayatın bir rızık kapma çabasından öte anlamlara sahip olduğunun farkına varabilmek demek biraz.
Hareketi sırtlayanlar da “şehirli” insanlar.
Toplumdan ne koparabileceklerine değil, karşılık beklemeden ne “verebileceklerine” odaklanmışlar.
Aslında Denizci’nin de konuşmasının bir yerinde söylediği gibi insana dokunurken aslında kendi yüreklerine dokunduklarını fark etmişler.
Durkheim şehir ile kırsal arasındaki en temel ayrımlardan birinin iş bölümü ile ilgili olduğunu söyler.
Şehirde uzmanlaşma (organik dayanışma) vardır. İnsanlar kimliklerinden çok meslekleriyle öne çıkarlar.
Videoda, gönüllülerin adlarıyla soyadlarıyla değil meslekleri ile tanıtıldığı görülüyor.
Şehrin alâmet-i fârikalarından birisi de hayatın geçici, belirsiz, duygusal uzlaşmalar üzerine değil belirgin kurallar ve sözleşmeler üzerine kurulu olmasıdır.
Hareketin, ilkelerin tespitiyle bir derneğe dönüştürülmesi, yapılan tüm yardımların ayrıntılı kayıtlarının tutulması bunu gösteriyor.
Meslek sahibi kadınlar ve erkekler doğru buldukları bir amaç çerçevesinde modern bir “cemaat” kurmuşlar ama bu birliktelik bireyselliği törpüleyen türden bir birliktelik değil, bilakis bireysel inisiyatiflerin, kişilerin nesneleşmeyip özne olarak öne çıktığı “şehirli” bir birliktelik.
Başörtülü, açık, dindar, dinsiz insanlar doğru buldukları amaç için bir araya gelebilmişler.
İnisiyatif reaksiyoner değil aksiyoner. Ali Denizci’nin önceki hayatında adaletsizliğe karşı tepkisini teröre başvurarak gösterirken, yeni hayatında çevresine toplanan insanlarla birlikte kötülüğe tepki vermek yerine iyiliği çoğaltmaya çalıştığını, yani “aksiyoner” bir tutum aldığını görüyoruz.
Videoda geçmiyor ama bu kahvehanede Itri’den Vivaldi’ye uzanan bir yelpazede şehir musikisi yapılıyormuş.
Balat’taki o kahvehane, şehrimizi yeniden kurabilme umudumuzun yeşerdiği yerlerden biri olabilir sanıyorum.