Kolektivizmin başlıca varsayımları şunlar:
- Bireyin ontolojik önceliği reddedilir. Birey, ancak toplumsal bağlam içinde var olabilir ve anlamını topluluğa aidiyetinden alır.
⚫ Grubun çıkarları ve hedefleri bireyinkilerden daha önemli ve öncelikli sayılır.
⚫ Rasyonellik, bireysel akıl yerine kolektif akla dayandırılır. Ortak akıl, bireysel akıllardan üstündür. Kararlar kolektif olarak ve merkezi bir şekilde alınmalıdır.
⚫ Ahlaki değerler, bireysel çıkarlardan ziyade kolektif iyiliği esas alır. Bireysel hak ve özgürlükler, toplumsal güvenlik ve refahın ardında gelir.
⚫ Özel mülkiyet fikri hoş karşılanmaz. Kaynakların ve üretim araçlarının ortak mülkiyet olması savunulur.
⚫ Sınıfların ve hiyerarşilerin ortadan kaldırılması arzulanır. Eşitlikçi bir toplum ideali vardır.
⚫ Dayanışma, işbirliği ve kolektif eylem önemlidir. Bireysel rekabet değil ortak çabaya vurgu yapılır.
Kolektivist anlayışın ağır bastığı toplumlarda gözlemlenen yoğun aidiyet ve sadakat hisleri bireylere, “düşmanlara” karşı korunma, hayatın zorluklarını dayanışma ile göğüsleme ve himaye edilme imkanı sağlıyor.
Ama bu tercih, bireysel özgüveni, tek başına inisiyatif alıp karar verme ve hataların sorumluluğunu üstlenme kabiliyetini de ciddi şekilde zedeliyor.
Toplum karşısında ferdin önemsiz, değersiz ve güçsüz, bireysel inisiyatif ve hareketlerin imkansız görüldüğü bu zihniyet kalıbını benimseyenler, dünyanın bir takım akıl sır ermez süper güçler tarafından çok uzun vadeli ve detaylı planlar projeler çerçevesinde çekilip çevrildiğine dair komplo teorilerine inanmaya çok yatkın oluyorlar.
Bunun bazı sebeplerini tespit etmek istediğimizde kolektivist toplumlarda şunları görüyoruz:
1-Kontrol İllüzyonu: Belirsizlik ve kaos karşısında insan zihni, mutlak açıklamalar ve anlamlar arayarak kontrol duygusunu yeniden kazanmaya çalışıyor. Bireyin kendi yaşamı üzerindeki kontrol duygusu zayıflıyor. Komplo teorileri, karmaşık ve anlaşılmaz olaylara basit ve net açıklamalar sunarak bu ihtiyacı karşılıyor. Gizli güçlerin varlığına inanmak, kaosun ortasında bir düşman belirleyerek korku ve belirsizliği azaltıyor.
2-Önemli Hissetme İhtiyacı: Aklının ermesinden itibaren varlığının tek başına hiçbir şey ifade etmediği, yalnız başınayken güçsüz, değersiz ve önemsiz olduğu telkiniyle yetişen fertler, bir takım “tanrısal” güçlerin, onlarla olmasa bile kendilerini ait hissettikleri çok önemli toplulukla uğraştığını düşünerek avunmak, böylece kendilerini “ait oldukları grup üzerinden” önemli hissetmek istiyorlar.
3-“Biz ve Onlar” Düalizmi: Grup kimliği ve uyumu her şeyden önemli sayıldığı için biz ve “onlar” düalizmi erken yaştan itibaren zihinlere kazınıyor. Grubun değerlerini benimseyen iyi kişilerden oluşan “biz” ve farklı düşündükleri için tehdit oluşturan kötü kişilerden oluşan “onlar” karşıtlığı, sürekli vurgulanarak keskinleştiriliyor. Komplo teorileri, bu “biz” ve “onlar” anlatısını besliyor ve “düşman” olarak belirlenen gruplara yönelik şüphe ve nefreti meşrulaştırıyor.
4-Başarısızlığa Mazeret: Bireyler, hatalarının ya da başarısızlıklarının sebeplerini kendilerinde aramak yerine, zaten başa çıkılması mümkün olmayan bir takım güçlerin müdahaleleriyle açıklamayı daha kolay buluyorlar.
Komplo teorilerine inanmak, ilk bakışta güvensizlik ve kaosa karşı bir savunma mekanizması gibi görünse de bireyi gerçeklerden kopararak hayalî düşmanlara karşı sürekli bir kuşku ve korku döngüsüne hapsediyor.
Dünyada belirsizlikler arttıkça kolektivist eğilimler artıyor.
Bizinkisi gibi öteden beri kolektivizmi kucaklayan toplumlarda ise dünyayı siyah beyaz gören anlayışlar büyük bir hızla güçleniyor. Ve maalesef bu tür kavrayışlar güçlendikçe de en ipe sapa gelmez komplo teorileri bile kolayca müşteri bulur hale geliyor.