Etyen Mahçupyan 22 Kasım’da Serbestiyet’te yayımlanan “Yeni İttihatçılık: Onurlu faşizme davet” başlıklı yazısında, “ittihatçılık” ideolojisinin reenkarnasyonları gibi görünen Kemalizm ve Ulusalcılık ideolojilerinde “batı düşmanlığının” nasıl ortak bir tema olduğuna işaret ediyor.
“Batı”, ittihatçılığın türevi olan bu ideolojilerde, amacı Türk varlığını ortadan kaldırmak olan, ezeli ve ebedi bir hasım olarak tanımlanıyor. Bu “korkunç düşmana” karşı beslenen kesif düşmanlık hissi hemen her şeyin temeline oturtuluyor.
Kemalizm, 1920’lerin ortalarından 1950’lerin sonlarına kadar Batı dünyasının bir parçası olma ve Batı tarafından kabullenilme arzusu ile bahse konu düşmanlıktan biraz inhiraf etmiş gibi görünse de özellikle 1960’lı yıllarda
Kemalizm’i yeniden kodifiye eden Doğan Avcıoğlu, Mümtaz Soysal, Mihri Belli, Cemal Reşit Eyüboğlu gibi isimlerin Batı düşmanlığını yeniden öne çıkardıkları görülüyor.
Peki, Türk halkının kendisini yok etmeye ahdettiğine gönülden inanıp kolayca düşman bellediği bir “Batı” gerçekten var mı? Yoksa bu fikir “zihinsel bir inşa” mı?
Bir zamanlar süper güç olan Osmanlı devletinin 20. asrın başı itibarıyla parçalanarak çöktüğü, bu süreçte sömürgeci motivasyonlarla hareket eden Batılı devletlerle kanlı savaşlar yaptığı aşikâr.
Ama Batılıların bu savaşları, “Türk varlığını ortadan kaldırmak”, “Müslüman Türkleri Anadolu’dan sürüp çıkarmak” gibi amaçlarla yaptıklarını söylemek anlamlı değil!
Batılı, emperyalist güçler dünyanın başka ülkelerine karşı benzer savaşlar yaptılar ve bu savaşların pek çoğunu da kazandılar.
Ama savaşıp mağlup ettikleri, işgal ettikleri hiçbir ülkede yerel halkın varlığı ortadan kalkmadı!
Ülkeleri işgale uğrasa da Japonlar, Çinliler, Hintliler, Mısırlılar kendi topraklarında varlıklarını sürdürdüler ve bir müddet sonra egemenliklerini yeniden kazandılar.
“Bizi tamamen yok etmek istiyorlar” argümanı, ulus devletin inşasında kullanılmak üzere üretilmiş bir mit. Hakikate tekabül etmiyor.
Benzer amaçla üretilmiş diğer bir illüzyon da, Batının bizi ezeli ve ebedi bir hasım olarak gördüğü iddiası!
Kendini dev aynasında görmek isteyen toplumun kolayca satın aldığı bir hikaye bu!
Bir ülkenin diğerine hasım olabilmesi için iktisadi, askeri ya da kültürel alanda gerçek bir tehdit arz etmesi gerekir.
Bugün üretebildiğimiz ekonomik katma değer, dünyada üretilen toplam değerin yüzde biri seviyesinde bile değil.
Ordusuna, global ölçekte yapılan askeri harcamaların ancak binde yedisi kadar para ayırabilen Türkiye’nin, askeri sahada da bir “şampiyonlar ligi takımı” olmadığı ortada.
Türkiye’nin Batı’ya karşı -hamasi nutukların ötesinde- ideolojik ya da etik bir meydan okuması, bir alternatif nizam önermesi de söz konusu değil.
Bilimsel, teknolojik, estetik sahaların hiçbirinde Batının dengi değil bugünün Türkiye’si.
Amerika, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, İspanya, Hollanda gibi zengin ve güçlü ülkelerin böyle zayıf bir ülkeyi kendilerine hasım falan görmeyecekleri açık.
Zaten Türkiye’yi hasım görüp çökertmenin “Batıya” bir faydası yok ama zararı çok!
Avrupa’ya yönelen düzensiz göçlere karşı tampon vazifesi gören, Avrupa’yı besleyen enerji nakil hatlarına muhafızlık yapan, çok ucuza yetişmiş insan gücü sağlayan, kalabalık nüfusuyla hatırı sayılır bir pazar olan Türkiye’nin çökmesi, “Batının” isteyeceği en son şey!
İttihatçı ideolojinin üzerine bina edildiği, “bizi yok etmek isteyen Batı” argümanı, yüzde sekseni köyde yaşayan ve Batılarla sadece savaş vesilesiyle temas eden, dünün Türkiye’sinde karşılık bulsa da bugün korkutuculuğunu yitirmiş bir öcü.
Mahçupyan yazısında, iktidar tarafından ortaya koyulan “Türkiye Yüzyılı” projesinin, kendimize özgü bir faşizm teklifinden başka bir şey olmadığını söylüyor.
Böyle bir teklifin kabul görmesi için yoğun güvenlik endişelerine ihtiyaç var.
O yüzden eski tanıdık “öcü” bir kez daha sahneye sürülüyor.
Bakalım neo-ittihatçılar, genç nüfusunun yarısından fazlası Batıya kaçabilmek için imkân kollayan bir ülkeyi Batı öcüsüyle ile bir kez daha korkutabilecek mi…