Amerikalı bilim adamı Walt Whitman Rostow, “modernleşme teorisi” olarak adlandırılan gelişme teorisinin önde gelen savunucularından birisidir.
Bizde Rostow pek tanınmasa da onun fikirlerine temel teşkil eden “evrimci modernleşme” anlayışı, uzun zamandır toplumumuzun farklı kesimlerince içselleştirilmiştir.
Bu teoriye aşinalığımızın asıl sebebi, Türk sosyolojisinin kurucularından Ziya Gökalp’in bir asır evvel ülkemize taşıdığı Émile Durkheim’ın görüşleridir.
Durkheim’ın, Weber’in analizleri ve daha sonra Talcott Parsons’ın işlevselci açıklamaları Rostow’un formüle ettiği modernleşme tezinin zeminini oluşturur.
Bu anlayışa göre tüm toplumlar, tıpkı insanlar gibi, çeşitli olgunlaşma safhalarından geçerler.
Yani toplumların bebeklik, çocukluk, gençlik ve olgunluk dönemleri vardır.
İnsanlar nasıl fiziksel olarak gelişirse toplumlar da iktisadi olarak gelişir.
İnsanın psikolojik gelişiminin toplumsal seviyedeki karşılığı ise kültürel gelişmedir.
Ekonomik güce sahip olsalar da, cahil, eğitimsiz, adalet fikrini içselleştirememiş, taşralı kalabalıkların belirleyici olduğu ülkeler, bedeni serpilse de zihinsel olarak olgunlaşmamış, hasta insanlara benzetilebilir.
Rostow’un modeline göre nasıl insanların hepsi aynı safhalardan geçerek olgunlaşıyorsa, milletlerin hepsi de aynı safhalardan geçerek gelişir. Hiçbir sıçrama veya kestirme yol yoktur.
Bu gelişme safhalarından ilk olarak İngiltere, Amerika, Fransa ve Almanya gibi ülkeler geçerek dünyanın geri kalan ülkelerinin alacağı yolu belirlemişlerdir.
İngiltere, daha 18. asrın sonlarında halkının çoğunluğu köyden şehre göçen, ziraattaki ağırlığı azaltıp sanayiye ağırlık veren, bazı geleneksel yükleri ardında bırakıp ‘kalkışa geçen’ ilk ülkedir. Arkasından 19. asır ortalarında Amerika gelmiş, Japonya ve Rusya gibi ülkeler de onları takip etmiştir.
Bu perspektiften bakıldığında “batılılaşmadan modernleşmek” mümkün değildir.
***
Bir önceki yazımda aktarmaya çalıştığım Pakistanlı “Gazi” Mümtaz Kadri’nin hikâyesini Rostow’un “modernleşme teziyle” izah etmek çok kolay.
Köylü, ilkel ve alabildiğine cahil bir topluluk... Duygular yerine aklı esas alarak adaleti sağlayacak temel mekanizmalarını tesis edememişler. Her dinden, her inançtan insanın birlikte güven içinde yaşayabileceği kozmopolit “şehri” kurmaktan fersah fersah uzaktalar.
Nicelik açısından bakarsanız çok kalabalıklar. İyi kötü ekonomik değer de üretebiliyorlar. Süslü binalar inşa ediyor, internet kullanıyor, facebook grupları oluşturuyor, dev mitingler ve protesto gösterileri organize edebiliyorlar.
Ama nitelik açısından durumları hiç parlak görünmüyor. Korumakla görevli olduğu valiyi öldürebilecek genç polisleri var ama global ölçekte ilgi ve saygı gören düşünürleri, bilim adamları, sanatçıları yok.
Dünya liginde bir takım olma iddia ve hevesindeler ama ne profesyonel bir oyuncuları var, ne dünya çapında bir antrenörleri, ne düzgün sahaları, ne de işe yarar ekipmanları. Yine de sorsan, dünyada yenemeyecekleri hiçbir takım olmadığına eminler.
Rostow’un perspektifinden bakıldığında beş yaşındaki bir çocuğun zihni gelişmişlik seviyesine sahip güçlü kuvvetli (ve bu yüzden tehlikeli) bir delikanlıya benziyorlar.
***
Keşke Rostow’un içten içe bizi rahatsız eden tezini reddetmek için alternatif bir yol bulabilsek.
“Batılılaşmadan, batının ayak izlerine basarak yürümeden de kalkışa geçmek mümkün” diyebilsek.
Alternatif bir yol olduğuna bizi inandıracak, o yolun haritası üzerinde çalışacak ve nihayet o yolda önümüze düşecek dünya çapında düşünürler yetiştirebilsek.
Kendi kusurlarımızla dürüstçe, komplekssizce yüzleşmemizin bir yolu olsa. O kusurları düzeltmek için irade gösterebilsek.
Asırlarca bir iktidar enstrümanı olarak kullanılıp içi hurafelerle doldurulmuş dinimizi tekrar arındırabilsek.
Mutlu yarınları mazide arama hastalığından yakamızı kurtarabilsek.
Adalet, hürriyet, dayanışma, merhamet, tevazu gibi temeller üzerinde yükselen, farklı inançları, fikirleri bir arada yaşatabilen yeni ve özgün şehirler inşa edebilsek.
Keşke…