Nano teknoloji dünyasındaki gelişmeler sayesinde hidrofobik (suyu iten) ve oleofobik (yağı iten) kimyasallar üretilebilir hale geldi. Bu kimyasalların kullanıldığı boyalar “kendini temizleyen boya” adı altında satılıyor. Güneş gördüğünde yahut yağmur yağdığında üzerindeki kirin kendiliğinden temizlendiği bu kaplama malzemeleri artık sadece dış cephelerde değil araçların kaporta boyalarında hatta camlarında bile kullanılmaya başlayacak!
Ne güzel değil mi?
Nano teknolojinin “nano”su “milyarda bir” anlamına geliyor. Maddenin yapıtaşı olan atom ve molekülleri yeniden düzenleyerek ona kir, leke tutmamak gibi yahut kirlendiğinde kolayca temizlenebilmek gibi yeni özellikler kazandırılabiliyor.
Keşke benzer şekilde “kendi kendini temizleyen sosyal kurumlar” inşa etmek de mümkün olsa!
Sosyal kurumların yapıtaşı (atomu) insan. İnsanların bir araya gelip teşkil ettiği sosyal yapılar da zaman içinde kirleniyor. O yapıları temizlemek için dışarıdan müdahale şart oluyor.
Kirlenen sosyal yapılar, temizlenmeye, arınmaya güçleri nispetinde mukavemet gösterdikleri ve temizliği yapacak unsurlarla bile kirli ilişkiler geliştirebildikleri için “tefessühün” yahut “yozlaşmanın” önü alınamıyor.
Acaba siyasi partiler, dini cemaatler, kamu kurumları, dernekler, vakıflar gibi her sosyal yapıyı “kendini temizleyen” yapılara dönüştürmek, bu yapılarda “sürekli temizlik” için mekanizmalar kurup çalıştırmak mümkün olamaz mı?
Aslında bu mekanizmalar zaten düşünülmüş.
Bugün çoğu kurumda “yüksek haysiyet divanları”, “onur kurulları” bunun için var.
Ama maalesef bu mekanizmaların çoğu yerde sadece adı mevcut.
Özellikle meslek birliklerinin, ticaret, sanayi ve esnaf odalarının, siyasi partilerin, hatta devlet kurumlarının doğru düzgün işletilen, son derece etkin “haysiyet divanlarına” ihtiyacı var.
En tepedekileri bile soruşturabilecek, kararlarına kimselerin nüfuz edemeyeceği, harekete geçmek için kimseden talimat beklemesine lüzum olmayan, âdil biçimde seçilmiş tertemiz insanlardan müteşekkil kurulları olmalı her ciddi müessesenin.
Her gün bu müesseselerden gelen iç temizlik haberleri daha iyi bir geleceğe dair ümitlerimiz tazelemeli.
Mesela tabipler odasının haysiyet divanı, sahte raporlar düzenleyen, mesai saatlerinde görev yerini terk eden, hastalarından gizlice bıçak parası talep eden, ilaç şirketlerinin rüşvetlerini kabul eden doktorların yakasına yapışıp nefeslerini kesmeli.
Mesela bir ilin ticaret odasının haysiyet divanı, kamu görevlileriyle kirli ilişkiler kurarak ihale aldığına dair söylentiler olan üyesini soruşturabilmeli, iddialar doğruysa oda üyeliğinden atabilmeli, “bu ahlaksız tüccarın bizim aramızda işi yok” diyebilmeli.
Mesela bir üniversitenin haysiyet divanı, intihal yaptığı tespit edilen bir akademisyeni derhal “akademide istenmeyen kişi” (persona non grata) ilan edebilmeli. Gerçekten hak edenlerin yerine oğlunu kızını asistan yapan profesörü yaptığına pişman etmeli. Bilimsel kongre adı altında, milletin parasıyla, dünyanın öbür ucunda kendilerine egzotik tatil ayarlayan “hocaları” ifşa edip insan içine çıkamaz hale getirmeli.
***
“Line of Duty” isimli muhteşem bir BBC dizisi var.
Dizi, İngiliz polis teşkilatında “çürük elmaları” ayıklamak için görevlendirilmiş bir dairenin yaptığı çalışmaları anlatıyor.
Dizide “kendi kendini temizleyen devlet kurumu” nasıl olur sorusuna yarı kurgusal bir cevap buluyorsunuz.
Meslek haysiyetini muhafaza etme adına, kırk yıllık arkadaşları da dâhil olmak üzere meslektaşlarını soruşturup cezalandırmakta tereddüt etmeyen polislerin hikayesi heyecan veriyor.
Dostluk, mesleki dayanışma, cemaat dayanışması gibi ilk bakışta makbul sanılan “gerekçelerin” yozlaşmanın kapısını nasıl araladığı anlatılıyor.
Ne adına olursa olsun, kuralları ihlal edenlerin “enselendiği” ve “ayıklandığı” bir ütopya bu!
Hiçbir zaman kâmilen sağlayamayacağımızı bilsek de peşinde koşmaktan asla vazgeçmememiz gereken bir ütopya.
Karşılaştığımız modern ahlaki ikilemler hayatı ne kadar flulaştırsa da kirli ve temiz arasında hâlâ bir çizgi var.
O çizginin kaybolmasına engel olmak ve kendini temizleyebilen sosyal yapılar kurmak zorundayız.