2004 yapımı, defalarca seyredilmeyi hak eden harika bir Fransız filmi var: “Koro”. Orijinal ismiyle “Les Choristes”.
Filmin hikâyesi 1949’da, birinci dünya savaşı sonrası Fransa’sında geçiyor.
İşsiz müzik öğretmeni Clement Mathieu (Gérard Jugnot) “Kuyunun Dibi” (Fond de l’Etang) diye bilinen, genelde kimsesiz, yetim ve fakir öğrencilerin verildiği yatılı bir okulda belletmen olarak işe başlar. Okulun müdürü Rachin (François Berléand), neredeyse hepsi küçük yaşta büyük acılar yaşamış oldukları için travmatik, o yüzden de yaramazlık yapmaya eğilimli öğrencilere karşı oldukça sert davranmakta, zavallı çocuklara hücre hapsi ve dayak gibi acımasız cezalar vererek okulda disiplini sağlamaya çalışmaktadır.
Müdür, disiplin anlayışını, iki kelimeyle ifade ettiği bir felsefeye oturtmuştur: Aksiyon-Reaksiyon.
Öğrencilerin yaramazlıkları müdür için “aksiyon” demektir. Ona göre yaramaz öğrenciler ile başa çıkmanın yolu, hiçbir “aksiyonu” atlamadan “reaksiyon” vermek yani yaramazlık yapanları kararlılık ve şiddetle cezalandırmaktır. Eğer öğrenciler her aksiyonlarının acımasızca cezalandırılacağını bilirlerse zaman içinde disipline olacaklardır.
Yeni belletmen Clement Mathieu daha işe ilk başladığı günden itibaren, müdürün yöntemlerinin ne kadar yanlış olduğunu görür. Zavallı çocuklara (güya onların iyilikleri için) derin acılar çektirip durmanın hiçbir faydası yoktur. Bu yöntem fakir, yetim, kimsesiz çocukları -ıslah etmek şöyle dursun- suça ve başarısızlığa itmektedir. Sadece çocukların “aksiyonlarına” şiddetle tepki (reaksiyon) vermekten ibaret bir yönetim anlayışı, idareyi edilgen bir vaziyete sokmakta, dizginleri çocukların eline bırakmaktadır.
Mathieu, adım adım kendi yöntemlerini uygulamaya karar verir. Onun yöntemi -adını koymasa da- müdürün tepkiye dayalı formülünü tersine çevirmek olacaktır.
Artık öğrencilerin aksiyonunu (yaramazlık yapmasını) beklemek yerine dizginleri eline alır ve kendisi ortaya bir aksiyon koyar: çocuklardan bir koro kuracaktır.
Şimdi reaksiyon verme sırası çocuklardadır ama “dümen” her zaman “aksiyon” sahiplerinin elinde olduğundan çocukların “reaksiyonlarını” yönetmek çok daha kolay olacaktır.
Mathieu, müdürün birer canavar gibi gördüğü zavallı çocukların hemen hepsinin hayatlarına merhamet ve sevgi ile dokunmayı başarır. Hayatlarını değiştirir. “Kuyunun dibini” bir cehennem olmaktan çıkartır.
Bu iki dalda Oskar adayı, iki dalda César ödülü sahibi güzel Fransız filminden hareketle, 2020 Ekim’inde Fransa’da ana gündem maddesi olan cinayet ve sonrasında yaşananlar hakkında söyleyebileceklerimiz var.
Paris’in kuzeybatısındaki Conflans-Sainte-Honorine isimli kasabada öğretmenlik yapan 47 yaşındaki tarih öğretmeni Samuel Paty, öğrencilerine Hz. Muhammed’in karikatürlerini gösterdiği (aksiyon) gerekçesiyle Abdullah A. İsimli 18 yaşında bir Çeçen genci tarafından kafası kesilerek öldürüldü (reaksiyon).
Fransa’da yükselen zenofobi dalgasını itici bir güç olarak artlarına almak isteyen siyasiler, “vahşi bir yabancı” tarafından işlenen bu korkunç cinayeti bahane ederek provokatif bir üslup benimsediler. İnfiale sebep olan karikatürleri, büyük binalara yansıtarak sergilemek gibi Müslümanları daha çok tahrik edecek bir meydan okumaya (aksiyona) giriştiler.
Müslümanlar bu tahrikler karşısında ne yapacak, nasıl tepki verecek?
Muhtemelen klasik, alışılagelmiş, öngörülebilir “reaksiyonlarını” bir kez daha sergileyecekler: Öfkeli sokak gösterileri, sloganlar, bayrak yakmalar, başarısız boykot kampanyaları… Belki başka cinayetler... Bir de siyasilerin zehir zemberek -ama hiçbir işe yaramaz- kınama mesajları yayınlaması.
Keşke Müslümanlar herkesi şaşırtıp, bir kez olsun “reaksiyoner” değil de “aksiyoner” bir tutum alabilseler.
Reaksiyoner olmanın asırlardır hiçbir işe yaramadığını görebilseler.
Reaksiyon gösterip karanlığa söveceklerine aksiyona geçip bir mum yakabilseler.
Peki karanlığa mum nasıl yakılır? Aksiyoner olmanın yolları nelerdir? Kutsallarımıza yönelen saldırı cevapsız mı kalsın? gibi sorulara önümüzdeki hafta cevap aramaya çalışacağız.