Geçen haftaki yazımda Carl Schmitt ve Giorgio Agamben’in “istisna hali” ve “egemenlik” ilişkisine dair fikirlerinden bahsetmiş, “olağanüstü halin” geçici değil kalıcı bir yönetim aracı haline geldiğine, demokrasiyi çürütüp tasfiye ettiğine dikkat çekmeye çalışmıştım.
“İstisnai zamanlar, istisnai tedbirler gerektirir”, yahut “Necessites non habet legem” (zaruretler kanun tanımaz) gibi argümanlar ileri sürerek olağanüstü yetkiler elde eden liderler o yetkileri kolay kolay geri vermiyorlar.
Mesela Mustafa Kemal 4 Ağustos 1921’de savaşın zaruretlerini gerekçe göstererek Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına, Başkomutan sıfatıyla meclisin sahip olduğu yetkileri tek başına kullanmak hakkını istediğini belirten bir önerge vermişti. Hayatı boyunca millî egemenliğin en sadık bir hizmetkârı olduğunu, bu çok geniş yetkileri, acil problemleri çözebilmek için sadece 3 aylığına istediğini söylüyordu. Meclis bu yetkileri ona sadece üç aylığına verdi ama bir daha geri alamadı.
Mustafa Kemal olağanüstü şartları ileri sürerek sadece geniş yetkiler almakla kalmamış, aldığı yetkilerin de ötesine geçerek mevcut kanuni güvenceleri geçersiz kılmıştı. Mesela 6 Mayıs 1922’da mecliste yaptığı konuşmada şunları söylemişti:
“Kanunun ülkede angaryayı yasakladığı doğrudur. Fakat tehlike bize her şeyi meşru gösteriyor. Ordunun ihtiyacı millete angarya yaptırmayı gerektiriyorsa bunu da yapacağız, en doğru kanun da bu olacaktır.”
Adeta Schmitt’in, Hobbes’a atıfla altını çizdiği “auctoritas non veritas facit legem” (kanunu yapan hakikat değil otoritedir) cümlesini örneklendirmek için söylenmiş şu sözler de Mustafa Kemal’e aitti:
“Ben kanun neşretmedim. Başkumandanlar kanun neşretmezler. Emir verirler. Emirlerin tatbikatında suiistimal beyanındadırlar. Fakat, emirlerimde suiistimal vardır demek caiz değildir.”
***
Hitler, Almanya’da 1933’te iktidarı elde ettikten bir ay sonra, Weimar anayasasının kişisel özgürlüklerle ilgili maddelerini askıya alan “Halkın ve Devletin Korunması İçin Başkanlık Kararnamesini” çıkarttı. Ülkeyi bir olağanüstü hâl rejimine sokan bu kararname, Hitler ölene kadar yürürlükte kaldı. Yani Almanya, 12 yıl süren Hitler iktidarı süresince olağanüstü hâl ile yönetildi.
Alman anayasasının, “devleti tehdit eden komünist şiddet olayları” bahane edilerek askıya alınan maddeleri devletin, kişisel özgürlüklere, basın özgürlüğüne, fikir, ifade, örgütlenme ve toplanma özgürlüğüne, posta, telgraf ve telefon iletişiminin mahremiyetine, ev aramaları ve müsaderelerdeki sınırlara dair kanuni güvenceleri içeriyordu.
Hitler, bir anlamda “mevzuubahis olan vatansa gerisi teferruattır” diyerek, bir kararname ile insanların temel hak ve hürriyetlerini rafa kaldırmış, milyonlarca masum insanın katline giden yolu açmıştı.
***
11 Eylül saldırısını gerekçe gösteren ABD Başkanı Bush, 2001’de kendi kanunlarından bazılarını (mesela göçmen kanunu) açıkça ihlal eden bir başkanlık emri yayınlayarak terörizmle suçlanan yabancıların süresiz olarak gözaltına alınabileceğini ve mahkemelerce değil askeri komisyonlarca yargılanacaklarını duyurdu. ABD’nin kendi içi de dahil, dünyadaki tüm elektronik iletişimi mahkeme izni olmadan gözetlemesinin ve Guantanamo işkenceleri gibi insanlık suçları işlemesinin yolu açıldı.
***
Artık dünyanın her köşesinde “istisnalar” kaideye dönüşüyor.
İnanılmaz gelişmelere şahitlik ediyoruz!
Önce pandemi sonra Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, birçok ülke liderine kişisel hak ve özgürlükleri rafa kaldırmak için gereken “olağanüstü hâl” mazeretini verdi.
Pek çok ülkede, seyahat özgürlükleri kısıtlandı, insanlar ev hapsine mahkûm edildiler.
Kanada, demokratik protesto haklarını kullanan aşı karşıtı vatandaşların banka hesaplarını dondurdu.
Facebook Ruslara yönelik olursa nefret söylemine istisnai olarak izin vereceğini açıkladı!
Almanya’da bir Rus orkestra şefi, Putin’i eleştirmediği için işten atıldı!
Bu “istisnai hâl rejimlerinin” hak ve hürriyetlerimizi nasıl teker teker elimizden aldığını fark edemiyoruz.
Bunlara eyvallah demenin faturası hepimiz için ağır olacak.