Modern felsefenin en mühim isimlerinden biri olan ve özellikle bilgi teorisi, etik ve metafizik alanlarındaki çalışmalarıyla tanınan Alman felsefeci Immanuel Kant’a (1724 – 1804) göre, ahlâki sorumluluk sadece kendi başına rasyonel düşünme ve özgür iradesi ile karar verme yeteneğine sahip varlıklara atfedilir.
Kant’a göre, bir eylemin ahlâki değeri, eylemin sonuçlarından ziyade, eylemi gerçekleştiren kişinin niyetine ve kararına dayanır.
Bunun İslami terminolojiyle ifadesi “ameller niyetlere göredir” olabilir.
Akıl sahibi ve özgür olmayan bir insanın niyetinden de rızasından da bahsedilemez.
Müslümanların pek çoğu nedense Kur’an’da geçen “dinde zorlama yoktur” (Bakara, 256) ayetini, “kimse İslam’a girmeye zorlanamaz ama bir kez Müslüman olduktan sonra insanlar bir çok konuda belli şekilde düşünmeye ve hareket etmeye, belli ibadetleri belli şekillerde yapmaya zorlanabilir” diye anlamışlardır. Dinden çıkana ölüm cezası verilmesini normal karşılayanlar çoktur.
Bu yaklaşımın samimiyetsizlik, iki yüzlülük ve sahtekârlık üreteceği aşikardır.
İnsanın kendi rıza ve niyeti olmadan, başkasının zoruyla yaptığı hiçbir amel, ibadet sayılmaz.
Zorlama, tehdit, baskı ile kılınan namazın, örtülen başın, tutulan orucun, gidilen haccın bir kıymeti yoktur.
Sadece yakalanma ve cezalandırılma korkusuyla hırsızlık yapmaktan sakınan birine ahlâklı denemez.
Kendi hür iradeleri ile hareket edemeyen, tercih hakları olmayan, başkalarının baskısı veya kontrolü altında hareket eden insanlar ahlaken sorumlu sayılamazlar.
İnsanın hürriyeti meselesi, göründüğünden çok daha çetrefilli bir meseledir.
Özellikle liberalizm, çoğulculuk, özgürlük ve ahlak üzerine yaptığı çalışmalarıyla tanınan Rus kökenli filozof, fikir tarihçisi ve siyasi teorisyen Isaiah Berlin (1909-1997), 31 Ekim 1958 tarihinde Oxford Üniversitesi’nde verdiği “İki Özgürlük Kavramı” (Two Concepts of Liberty) başlıklı meşhur açılış dersinde “özgürlük” kavramını, iki farklı şekilde tanımlamıştır: Negatif Özgürlük ve Pozitif Özgürlük.
Negatif özgürlük bireyin, başka insanların, cemaatlerin, toplumun, devletin müdahalesi, baskısı, kontrolü ve zorlaması olmadan kendi seçimlerini yapma ve kendi hayatını istediği gibi yaşama özgürlüğüdür.
Kişi, çevresinden, toplumdan ya da devletten gelen baskılara, zorlamalara karşı durabildiği, kendisine dayatılanlara karşı çıkabildiği ölçüde özgürdür.
Düşünce özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, seyahat özgürlüğü gibi haklar, negatif özgürlük kapsamına girer.
Pozitif özgürlük, bireyin kendi hayatının efendisi olma, kendi potansiyelini gerçekleştirme ve toplu karar alma süreçlerine katılma özgürlüğüdür.
Kişi, kendi kaderini tayin edebildiği, hayatını yönetebildiği ve seçtiği yolda ilerleyebildiği ölçüde özgürdür. Bunun için, aklını ve iradesini kullanarak hayatının kontrolünü ele almalıdır.
Eğitim hakkı, sağlık hakkı, çalışma hakkı gibi sosyal ve ekonomik haklar, pozitif özgürlük kapsamına girer.
Berlin, pozitif özgürlüğü kendilerine göre tanımlayanların kendilerini gerçekleştirme yolunda başka bireyleri kafalarına uygun şekilde “özgürleştirmeye” kalkabileceklerini söyler.
O yüzden, “pozitif özgürlük” kavramı totaliter rejimler tarafından istismar edilmeye açıktır.
Bireylerin seçme özgürlüğü, onlar için neyin iyi olduğuna karar veren, “gerçek” veya “yüksek” özgürlüğün ne olduğunu onlardan iyi bildiğini iddia eden zorbalarca ellerinden alınabilir.
Mesela komünist diktatörler, dünyanın geri kalmış ülkelerine sözüm ona özgürlük getirme iddiasındaki sömürgeciler, kendi din anlayışlarını “kölelikten kurtuluş reçetesi” olarak dayatan dindar zorbalar “gerçek özgürlüğe ulaştırma” vaadiyle insanları köleleştirmiş, onların hür iradelerine ambargo koymuşlardır.
Pozitif özgürlük tehlikeli olsa da gereklidir. Negatif özgürlüğün sağlanması tek başına yeterli değildir.
Başkalarının dayatmalarından tamamen özgürleşmiş olsanız bile kendi iradenizle kendi yolunuzdan gönlünüzce yürümek için gereken maddi imkanlardan, donanımlardan mahrumsanız hala gerçekten özgürleşmiş sayılmazsınız.
Bu konuya devam edeceğim.